Eylül, kanlı Eylül…

Ne çok şey aldı götürdü sizden, bizden hepimizden. Oysa bizler Yazar Hasan Kaplan’ın dediği gibi, “Biz Güzel Çocuklardık” her şeye rağmen ödün vermedik, ülkemize olan sevgimizden…

Mete Alpsar, bir maden mühendisi, bir şair ve yüreği avcunda bir devrimci. Kitaplarındaki şiirlerini okurken bir taraftan yaşamından kesitlere tanık olurken bir taraftan da ülkede yaşananlarından kesitleri okuyor tanık oluyorsunuz.

Bu yazımda Şiar, Alpsar’ın, “MÜLTECİ SEVDALAR” Kitabından söz edeceğim. Yukarıdaki giriş yazımda da belirttiğim gibi 12 Eylül, aynı zamanda kanlı bir tarihin de “yazgısıdır/yazısıdır.” Evren Cuntası, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamak için gelmişlerdi öyle de yaptılar. İdam edilenler, işkencecilerin elinde yaşamını yitirenler, sakat kalanlar ve engelli olarak yaşamak zorunda kalanlar, erkekliğini yitirenle, tecavüz edilenler. Saymakla bitmeyecek zulümler…

İşkencecilerin bile yeter dediği noktada, esrar başta olmak üzere, sarhoş edici şeyler içerek işkenceye devam eden işkenceciler…

o gülünç kahkahalarıyla

o yavan gülüşleriyle

o esrar kokan esrik gözleriyle

yanınca o kahreden ışık

askılarda sıkışır ciğerler

kırılır şambrellerde kemikler

yırtılan koltuk altları

burulan erkeklikler

yok edilişi kızlıkların

çıplaklıklar

çıplaklar

gözbağları

soğuk sular

kablolar

manyetolar

falakaları kahkahaların

esrar kokan soluklar


ölüme daha çok var

haykırışlar

bağırışlar

ağlayışlar

köpek dişleri

sidikler

boklar

lağımlar

üstümde kusmuk bulaşıkları

kokular

kokular

kokular

inişler

çıkışlar

merdivenler

namluya sürülen mermiler

garaj kapıları

dayak koridorları

teklifler

tehditler

balgamlar

ölüme daha çok var

     Şairler yaşadıklarını tanıklık ederken, aynı zamanda yaşadıkları tarihe, kendilerinden önceki ozanlar, şairler gibi tanık olduklarını not düşmeliler.  Şair, Alpsar’da gerek meslek hayatında gerekse 12 Eylül zindanlarında yaşadıklarına şiirleriyle tanıklık ediyor. Ve miras bırakıyor kendisinden sonraki kuşaklara.

     Darbecilerin azgınlığını nasıl da ifade etmiş tek cümleyle: “acıkırsa bok yedirin, su isterse işetin içirin” o dönemin “çözülen” insanlarının acısı da binmiş işkencecilerin acısının üzerine. Belki bu acı daha da katmerli gelmiş. 

düşüncelerim 

dökülüyor beynimden yerlere

dilimin kilitlerini zorluyor umutsuzluk

çarmıhlı bileğim

çatırdayan koltukaltlarım

patlatan kasıklarım

el ele vermişler

onurunu yitirenlerle birlikte

Şiar, her şeye rağmen umudunu ve bilincini yitirmeden direnmeye devam ediyor. “O gün” başlığına bağlı olarak yazdığı dizelerinde “O Gün’e” özel bir vurgu yapıyor. O günün ne olduğunu tahmin etmeye çalışsa da okur, sadece tahminde kalıyor. O gün ne olduğunu sadece şair biliyor.

 

o gün yuvarladılar merdivenlerden

sırtımda copların siyahı

sırtımda beş parmak ağrılar

gözlerim kara

bilincim aydınlık

yüreğim mangal

“o gün’ü” doğacak oğluna şikâyet ederken:

ilk kez kelepçenin

şaşırmadım sevimliliğine

on beş yıl tutsaklığın

çoktan hazırdım çünkü

tükenmeyecek sessizliğine

insandı çünkü babacığın

idam sehpalarında asılı

yazgısı kara

kendisi güzel

geleceği aydınlık yurdunun

Şair, Mete Alpsar; bedel ödedik, çok çektik, ne savaşımlar verdik yakınmalarına da cevap vermeden edemiyor:

koş yavrum koş

bunlar sızlanmaları değil babanın

hele

“ne acılar çektik”

“ne savaşımlar verdik”

hiç değil.

“Sevilir mi mahpusluk” başlıklı dizelerinde de şiir yazmanın bu kadar acının içinde kolay olduğuna, belki de şiirin ticaretine soyunanlara ironi yaparak:

ne zengin kapitalmiş şiir ticareti için

ne zengin define şu mahpusluk


daldır elini torbaya

acı çıkar şiir olsun

özlem

özgürlük

ihanet

işkence


hüzün çıkar şiir olsun


yeter ulan tutsak şair

yoksa mahpusluğu seviyor musun


Umudum; bilinçle ve emekle beyaz kâğıda telkâri gibi işlenen şiirlerin güzel yüreklere ulaşması. Ulaşırsa mutlaka iz bırakacağı bilinciyle, okuyanı çok yolu açık olsun.