Aristoteles: “Doğanın eylemine bağlı olan her şey, yaratılışından olabileceği kadar iyidir” diye söylemiş.
Peki, bizim yaratılış iyiliğimiz, hangi ipten köprülerde kötülükle inatlaşmaya başladı ve bu inatlaşmayı kötülük kazandı?
Aslında bu saf kötülük mü diye adlandırılır bilemiyorum ancak iyilik kulvarında olmadığını söyleyebilirim anlatacaklarımın.
İş dünyası zaten zorlu bir alandır. Bu alanda ayakta kalmak için mücadele etmek, sürekli aktif olmak ve gerektiği zaman “hayır” sözcüğüne denize düşmüşçesine sarılmak gerekir. Bu zorlu alan, bir de ticaret yapılan ülkede “kriz” sözcüğü hortlamaya başladığı zaman iyice tiyatro oyununa döner; ortalıkta ne masallar anlatılır akıllara zarar.
Seneler önce bir özel hastanenin otomasyon işini almıştık. İşler yolunda ilerledi; biz sorumluluğumuzu yerine getirdik, müteahhit de ödemelerini düzenli yaptı. Ancak son çekin ödemesi sırasında tablo değişti. Hastane inşaatı alanında tanınan bir firmanın çeki yazıldı. Bu iş insanı; özel şoförüyle gezen, İngiliz markası kedicik familyasından bir araca binen ve şirket merkezini neredeyse büyük bütçeli bir film setine çevirmiş biriydi. Derken, ticaretin kavalları inceden çalmaya başladı… Ve dışarıdan bakıldığında güçlü görünen bu firma bir anda iflas etti. Çekimizi sonradan sıkı bir takiple tahsil ettik ama kur farkı yüzünden elimizde kalan Türk lirası, zaten yeterince ezilmişti.
Geçenlerde YouTube’da amatör bir iş insanının anlatımına denk geldim. Üslubu belki amatördü ama anlattıkları, sahici bir profesyonelliği yansıtıyordu. Seneler önce, İvedik’e yıldızlı arabasıyla gittiğinde bugünün milyonluk makinasını, tek kuruş ödemeden aldığını söylüyordu. “Arabayı görünce satıcı, zaten iş bitmişti; oysa şirketimi biraz sorgulasalar, araçlar kredili, banka borcum var, dükkanım kira” diye devam ediyor. O da, satıcı da bir masalın içine düşmüş; ama şapkadan kötülük değil, makinanın ödenen parasıyla ticaret ahlakı çıkmış. Fakat bu olaydan sadece birkaç sene sonra, “battım” diyor.
Hamlet’in Horatio’ya söylediği gibi: “Yeryüzü ile gökyüzü arasında, okulda öğrendiklerinizden çok daha fazla şey vardır.” İşte finansal okuryazarlık da tam olarak böyle bir şeydir. Bazen, bir amatörün yaşanmış anlatısı; sayfalarca kitap bilgisinden daha fazla yol gösterici olur, hatta kimi zaman şirketlerin rotasını bile değiştirebilir.
Warren Buffett 95 yaşında ve “Dansla İşe Gitmek” kitabında yatırımcılara masal değil, gerçekleri anlatıyor. Senelerdir ticaretin içinde olan bu beyin, ticaretin kuralsızlık içerisindeki kurallarını çok iyi biliyor. Mesela gösterişin diline değil, adımlarını sağlam basmanın ayak izine güveniyor.
Bir iş insanı düşünelim, spot ışıklarının yüzüne vurmasını seven; ama Aristo’nun yaratılış oyununda bir ebe gibi iyi niyetli. Şirket kuruyor ve işler alıyor. Çekirdekten gelme, alaylı diye adlandırılan bir değer. İşleri iyi gidiyor ve bir başka ticaret erbabının dediği gibi “para oluk oluk akıyor”. Akan bu kanalı kendine bağlıyor. Lüks içinde yaşamaya gayret ediyor; çekler alıyor ve aldığı çeklerle Türkiye’nin geleneksel motifleri gibi lüks araçlar, krediyle taşınmazlar alıyor. Bir müşterim “bizim çekler devletten sağlam” demişti, o da müşterisinin devletle yarışmasına inanıyor ve çekleri lüksü için harcıyor. Gün geliyor, çeklerin karşılığı çıkmıyor. Sağlam çekler bir anda çöp oluyor. O aldığı evleri, arabaları şanslıysa zararla satıyor, şanssızsa zaten haciz düğününde çoktan halay başı oluyor.
Masallar mutlu sonla bitmiyor yani. 20 senelik sektör hayatımda bu masal perilerini çok gördüm. Hepsi, katran karası atlarına binerek sahneyi terk ettiler.
Evet, “çalışıyoruz, lüks bizim hakkımız” diyenler hep olacak. Olmalı da… Ama her hak, sağlam bir temele basmadığında, kartondan kalelere dönüşür. Felsefenin tanıdığı o eski gözlerle bakarsan bu dünyaya; sadece göstereni değil, gizleyeni de görmeye başlarsın. Ve görürsün ki; asıl mesele lüks yaşamak değil, lüks yaşarken batmamaktır. Bir ev, bir araç ya da bir tekne turu planı… Bunlar, ancak sermayenin %10-15’lik kısmını harcayabilecek gücün varsa masalın bir parçası olur. Gerisi, borcunla süslediğin bir yanılgıdan ibarettir. Çünkü borçla alınmış keyif, faturası geciken bir masaldır. Oysa sen borçsuzsan, sermayen ödenmişse ve stoğundaki mallar gerçekten seninse… İşte o zaman, bu masal kitabının sayfaları huzurla çevrilir. Ve o masalın anlatıcısı da, dinleyicisi de sen olursun.