İnsanın “ben kimim?” sorusu bireysel bir arayış olduğu kadar, toplumsal bir yapının da temelidir. Çünkü bireyin değerini yitirdiği bir toplumda, siyaset yalnızca güçlerin ve çıkarların yönetimi haline gelir.

Oysa siyaset felsefesinin özünde, şu sorular vardır:
Adalet nedir?
İnsan nasıl yaşamalıdır?
Toplum, bireyin kimliğine nasıl alan açmalı?Devlet, insanı bir araç mı görmeli yoksa ona hizmet eden bir yapı mı ?

Siyaset felsefesi, hürmet etmek için değil, gücü sorgulamak için vardır. Amaç, halkı yönetmek değil; halkla birlikte yaşanabilir, adil ve onurlu bir düzen kurmaktır.

Siyasette olması gereken değerler, tıpkı birey gibi, “sahip olmak” üzerinden değil, “olmak” üzerinden kurulmalıdır.
Yani siyasetçinin ünvanı, partisi, oyu değil, vicdanı, bilgeliği, saygısı ve sorumluluğu esas olmalıdır.

Gerçek bir siyaset; umutla konuşan, vicdanla yürüyen ve yarını onaran sözün adıdır.
Seviyeli ve saygılıdır; halkı küçümsemez, hakareti ilke yapmaz.
Hakikati savunur; abartılılı söylemlerle halkı umutlandırmaya ve yanıltmaya (popülizme) teslim olmaz.
Yalnızca kendine değil, ortak geleceğe hizmet eder.
Toplumu kutuplaştırmak yerine birleştirir.
Sahip olmakla değil, adaletle, dürüstlükle ve hizmetle var olur.

“Erdemli bir yönetici, halkı zorla değil; örnek olarak yönlendirir.”
Konfüçyus

Birey ve toplum arasında denge, eğer insan sadece sahip olduklarıyla tanımlanıyorsa ve siyaset de yalnızca bu sahiplikleri yüceltiyorsa, toplum yavaş yavaş içsel çöküşe sürüklenir.
Çünkü bir milletin ruhunu yaşatan şey, yalnızca kişi başına düşen gelir değil; kişi başına düşen saygı, adalet ve umut düzeyidir.

Siyasetin asıl amacı; güçlü birey, adil kurumlar, vicdanlı bir toplum inşa etmektir. Bu ise insanı araç değil, amaç olarak gören bir anlayışla mümkündür.

İnsan onuruna saygılı, adil ve anlamlı bir toplumsal düzen için neler yapabiliriz. ?

✔️Bireyler olarak içsel gücü geliştirmeliyiz:
Kimliğimizi yalnızca sahip olduklarımız üzerinden kurmamalıyız. Sahip olmadan da var olabilmeli, değerimizi içsel özelliklerimize dayandırmalıyız. Düşünmeye, sorgulamaya, anlamaya zaman ayırmalıyız. Felsefe, sanat ve edebiyat gibi alanlarla temas kurmak; hem bireysel hem toplumsal bilinç için temel ihtiyaçtır. Saygıyı ve seviyeyi bir yaşam ilkesi olarak görmeliyiz. Tartışmak düşmanlık değil, gelişmenin ön koşuludur. Eleştirmek, yok etmek değil; daha iyiye davettir.

✔️Siyaset kurumları olarak erdeme dayalı bir duruş inşa etmeli:
Siyasetçiler güçle değil, erdemle örnek olmalı. Vicdan, sorumluluk ve halkla bağ kurmak, siyasi kimliğin temelidir. Hakikat eğilip bükülmemeli; halkı umutlandırmaya ve yanıltmaya (popülizm) değil doğruluk rehber alınmalı. İktidar dili kutuplaştırıcı değil; kapsayıcı olmalı. Toplumun farklı kesimlerini düşmanlaştırmak değil, ortak akılda buluşturmak esastır.

✔️Devlet ve kurumlar olarak, insan merkezli politikalar üretmeli:
Eğitim sisteminde “insan” merkezli bir felsefi temel oluşturulmalı. Gençlere yalnızca meslek değil, ahlak ve anlam duygusu da kazandırılmalı. Ekonomik politikalar, yalnız zenginliği değil; eşitliği ve onuru gözetmeli. Adalet sistemi, yalnızca yasaya değil; hakkaniyete de dayanmalı. Çünkü adalet duygusu kaybolursa, güven duygusu da yok olur.

✔️Toplum olarak ortak vicdanı canlı tutmalıyız: Yoksulluk, adaletsizlik, ayrımcılık karşısında sessiz kalmamalıyız. Sessizlik, kabullenmeye dönüşürse, yozlaşma kurumsallaşır. Dayanışma, saygı ve sağduyu toplumsal refleks haline gelmeli. Küçük gruplardan başlayarak “erdemli birliktelikler” kurulmalı. Mahallede, okulda, STK’da, üniversitede… Ahlaklı ve seviyeli duruşun sesi çoğaltılmalı.

✔️Felsefe ve düşünce hayatını canlandırmalıyız:
Siyaset felsefesi yalnızca akademik bir alan olarak değil; yaşama rehberlik eden bir bilinç biçimi olarak görülmeli. Medyada, eğitimde, yerel yönetimlerde bu bilince yer verilmeli. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Konfüçyus’un, Aristo’nun, Farabi’nin, Aristoteles’in, Platon’un, Yunus Emre’nin…sözleri ile Atasözlerimiz güncel hayata taşınmalı. Çünkü insanın kim olduğunu unuttuğu yerde, siyaset de yolunu kaybeder. Ve toplum, önce sesini, sonra ruhunu yitirir.

SONSÖZ
Kendini yalnızca sahip olduklarıyla tanımlayan birey, yitirince yok olur.
Siyaseti yalnızca iktidar alanı olarak gören toplum ise adalet duygusunu kaybeder.

Oysa hem bireyin hem toplumun görevi aynıdır:
“Sahip olmak” yerine “olmak” için çabalamak.

Bu çaba;
✔️İçten başlar,
✔️Saygıyla büyür,
✔️Adaletle güçlenir,
✔️Vicdanla yol alır,
✔️Ve sonunda, onurlu bir yaşam biçimine dönüşür.