Evimiz Türkiye’yi gözümüzün önünde bekleyen birçok tehlike var. Tam yakınımızda.

Hatta buna “bekleyen” denemeyecek kadar, hareketli, sesli, görülür durumda. Henüz kapımıza gelemese de, belki bilerek gelmese de “Geldim, yakınınızdayım, kapınızı çalmadan evinize, işyerinize, okulunuza, ibadet yerlerinize, açık veya kapalı sanat, spor ve kültür alanlarınıza girebilirim. Her gün televizyonlarda beni çok iyi görmelisiniz. “Ateş düştüğü yeri yakar” derler. İnanmayın. Ateş, başka yerlere düşse bile iyi insanların olduğu her yeri yakar” diyor, duyun, görün artık. 

Demokratik kitle örgütlerinde iletişim içinde, güç birliğinde bulunmanın önemini ve gerekliliğini düşünmeyen, şiddet tehlikelerine karşı şiddetsiz ve yasalara uygun yöntemlerle önlem almayan, mücadele etmeyen, sadece “kopyala yapıştır” yapanlar, tehlikenin farkında olmalısınız.

Türkiye, ivedilikle ve öncelikle bireysel silahsızlanmayı sağlamalı, bireysel silahlanmayı önlemelidir. Binlerce kayıp silahı bulmalıdır, sokakta hiçbir insanın üstünde değil silah, çakı, meyve bıçağı, sopa, taş bile bulunmamalıdır. Dünya, ağır ve nükleer silahları yok etmelidir. Nasıl olacaksa artık. Onları üreten sözde bilim insanları, dünyaya yayan sözde savunmacı askerler, yüreklerini öldürmeye değil yaşatmaya programladıkları takdirde mutlaka çözümler de bulacaklardır. Var mı, örgütlü, iletişim içinde ve silahsız olarak bunları yapabilecek bilim insanları, askerler, politikacılar, savaşlara karşı, barıştan yana, halklar, anneler, babalar, insanlar?

Silahlı tehlikeyi göremeyen, her şeyi polisten, askerden, Bakanlardan, siyasetçilerden, Cumhurbaşkanlarından bekleyen, kahvehaneleri, eğlence yerlerini dolduran, kentlerin sokaklarında rahat yürütmeyen, kirleten, kumsalları, sahilleri, yeşillikleri çöplük ve izmarit mezarlığı haline getiren bir halkın işi çok zordur. Hatta, şiddet tehlikesi ile burun burunadır, yazık, bunun farkında bile değildir, böyle halklar.

2000 yılı öncesi Çevre Bakanlığına gittiğimde, bir uzmanla konuşurken “Çöp yerinde güzeldir” demiştim. Not alınmıştı. Gerçekten çöpler düzenli yerleştirilirse, çöplükte güzeldir, ancak kısa süreliğine.

Türkiye’de çöpler, çöplükte kısa süreliğine tutulmuyor, çok daha uzun kalıyor. Aslında, ana sorun çöplükteki çöpler değil. 

“Şehirdeki Yılanlar” belgeselini izleyenler şu iki kelimeyi doğal ve olumlu bir tanımlama olarak karşılayacaklardır.

“Şehir’deki Çöpler”.

Kentlerimiz, gerçekten birer çöplük ve sigara izmariti mezarlığı, hatta “Sigara İzmariti Müzesi”. Çok büyük bir tehlike de temiz çevre ve yeşil doğa ile ilgili.

Her çeşit çöp ve sigara izmariti var, her yerde, her ağacın dibinde, her yeşilin üstünde. Üstelik sigara izmaritlerinde bile cinsiyetin izleri bulunuyor. Kadınların dudak boyalarının izleri.

Ankara Belediyeleri, diğer kent ve ilçe belediyeleri, halkın kirletme ihanetine yetişemiyor, üretken ve hareketsiz yapıları ile de kirletme çılgınlığını durduramıyor. Aslında temizlemek ve kirletenleri durdurmak için de somut çalışmaları, çabaları yok gibi. Belediye başkanlarına, birlikte veya ayrı ayrı, il ve ilçelerinin parklarını, sokaklarını gezmelerini, incelemelerini önerdim. Tık yok.

Milli Eğitim Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ise çevrenin temizliği ve korunmasına yönelik gurur verici, eğitimci, uyarıcı, bilgilendirici, önleyici ve sürdürülebilir bir işlevin içinde değiller. İçişleri Bakanlığı ise çevre kıyımlarında, yargının konuya yönelik yürütmenin durdurulması kararlarında,  el koyma, işgal anlamında algıladığım kamulaştırma kararlarına karşı yurttaşların şiddetsiz tepki girişimlerinde, doğrunun, iyinin değil, yanlışı yapanların, yasalara aykırı davrananların yanında yer alıyor. Polisi ve Jandarmayı, haykıran, gözyaşı döken annelerin, kadınların karşısına çıkarıyor. Adalet Bakanlığı ise yargı kararlarının arkasında durmuyor, haklının hakkını savunacağına yuvarlanan kelimelerle açıklamalar yapıyor, böylece “Yargıçlar ayrı, savcılar ayrı, demokratik üst birliklerini kurmuş, tam bağımsız ve tarafsız yargı” önerilerimizi ve kararlılığımızı güçlendiriyor.

Yazımızın başlığı “Silahsızlanma, Kirli Sular ve Türkiye’nin En Temiz Çöpleri”. Çöpün temizi olabilir mi, evet. Geri dönüşüme gidebilecek atıklar, toprağa geri verilmesi gereken, meyve, sebze, yaprak, bitki, dal ve benzerleri.

Kentlerin her yerini taş, asfalt ve beton yığınlarına çeviren insan soyu, kar ve yağmur sularının toprakla buluşmasına engel oluyor. Sel haline gelmiş suların çoğunluğu nereye karışıyor, kirli suların gittiği kanallara. İçtiğimiz, temizlendiğimiz, yemek yaptığımız, toprağı ve yeşili beslediğimiz, kirli kanallara giden sulara verdiğimiz yeni bir isim var. Türkiye’nin en temiz su çöpleri. Sudan çöp olur mu? Kirletilmiş su da elbette çöptür.

Bitmedi. Ağaçlardan düşen yapraklar, çiçekler, meyveler, kabuklar da sevgilisi, anası, kardeşi olan toprağa kavuşamıyor, kalan gücünü veremiyor, silinip çöp haline getiriliyor ve doğru çöplük alana. Alın size, Türkiye’nin en temiz çöplerine bir örnek daha.

Bitmedi. Sözde budama yapıyor, kentlerde, bina yöneticileri. Hem de çok taze, büyümeye çalışan çiçekli veya yeşil dalları,  buduyor, kanımca yeşil katliamı yapıyor. Merak ederim, kaç tane alanın mühendisi, uzmanı var, karar verenler ve uygulayanlar arasında. Üstelik çoğu köy kökenli, ağaç, yaprak, çiçek, meyve, sebze, toprak ve canlı ilişkisini bilen insanlar. Onlar, kentlerde yeşilin kıyımcısı oldular artık.

Oysa, ağaçlar ayakta ölür, ölmeli, daha doğrusu yerin üstündeki işlevini tamamladıktan sonra toprakta yeniden hayat bulmalı, yeniden hayat vermeli ağaçlara, çiçeklere, yeşilliklere, toprağa.

İspanyol yazar ve ozan Alejandra Casona (1903-1965), Dünya klasikleri arasında yer alan, iyilik ve sevgi kavramında yoğunlaşan “Ağaçlar Ayakta Ölür” tiyatro oyununu yazarken, kesinlikle ağaç-toprak-insan ilişkisinden esinlenmiştir.

Ağaçlar, yapraklar, dallar, otlar, meyveler, kabuklar, çiçekler, ayakta toprağa karışmalı, yeniden canlanmalı, yeniden can katmalı.

Ağır veya hafif silahlar da çöptür, insanların, diğer canlıların kanlarını kirleten, döken, doğayı perişan eden, hızla geri dönüşüme kazandırılması gereken silahlar, insanın tarihinin en çirkin, en kirli çöpleri silahlar.

Dünyayı ağır silahların çöplüğüne çevirenlerin, en kirli çöpleri üretenlerin,

onları satanların, kaçakçıların, taşıyıcıların, depolara koyanların, suç işleyerek kullananların, sözde bilim insanlarının, cennet güzelliğindeki dünyayı, dağları, ormanları, denizleri, okyanusları ile cehenneme çevirenlerin, Türkiye’nin en temiz çöplerinin üretilmesine neden olanların, onları topraktan yoksun bırakanların “iyi”leştirilmelerini dilerim.

Kim “iyi”leştirecek? 

İktidar-muhalefet ayırımı yapmadan, siyasal partilerde, kamu yönetimlerinde, yerel yönetimlerde, üniversitelerde, inanç örgütlerinde, meslek örgütlerinde bulunan “iyi”ler,  iyileştirecek elbette. Bu iyiler,  yetkili ve etkili yerlerde mi, soruları önem kazanıyor günümüzde. “İyi”ler yetkili ve etkili yerlerde ise “iyi”leştirmeler daha kolay, değilse çok zor, hatta olanaksız.

Bu da, iletişim, örgütlenme, demokrasi ve adalet ile çok yakından ilişkili.

Selam olsun, istemeden silah haline gelen, demirlere, çeliklere, ağaçlara, kömürlere, gazlara,  en temiz çöplere, silahsızlanmayı, temiz ve yeşil Türkiye ve Dünyayı savunan “iyi”lere.

Fotoğraflarda, Türkiye’nin en temiz çöplerinden örnekler görüyorsunuz.