Osmanlı’nın yıkılmasının hemen arefesinde bir çok aydın ve siyasetçi Osmanlı’yı yıkımdan kurtarmak için bir çare arayışı içindeydi.

Bunların çok önemli bir kısmı birlik beraberlik sağlanırsa Osmanlı yıkılmaktan kurtulup, eski şanlı günlerine dönebilir diye düşünüyorlardı, ama birlik ve beraberliğin nasıl sağlanabileceği konusunda bir türlü bir araya gelip, uzlaşamıyorlardı.

Yusuf Akçura tarafından 1904'te bir tez niteliğinde yazılmış ve Kahire’de Türk adlı gazetede yayımlanmış makalesinde birlik beraberliği sağlayabilecek yollar Üç Tarz-ı Siyâset başlığı ile:

1- OSMANLICILIK

2- İSLAMCILIK

3- TÜRKÇÜLÜK

olarak tarif edilmişti.

Oysa Osmanlı’nın asli sorunu bir araya gelebilmek değil geri kalmış olmaktı.

Osmanlı çağdaşı ülkelerin başardığı sanayi devrimini başaramamış, üretim ve toplum yapısını çağdaş bir sanayi toplumuna dönüştürememişti. Çağının gerisinde kalan Osmanlı halkının maddi manevi ihtiyaçlarını çağın gereklerine göre karşılayamıyor ve bu yüzden de birlik beraberliğini sağlamakta ve güç kazanmakta başarısız oluyordu.

Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük birer çözüm yolu olarak tartışılıyordu fakat sanayi devrimi başarılamadıktan sonra Osmanlı, İslam ya da Türk kimliğinin hiç bir işe yaramayacağı bu kesimler tarafından idrak edilemiyordu. Herkes kendi savunduğu aidiyetin birlik beraberliği sağlamanın tek yol olduğunu savunup, diğerleri ile kavga edip duruyordu.

Bu kavga tüm hararetiyle sürerken Osmanlı girdiği 1. Dünya savaşında yenildi, bir anda çöktü, dağıldı ve Sevr Anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı.

Bu noktadan sonrasını biliyorsunuz; Mustafa Kemal Paşa ve yoldaşları biz Sevr’i mevri tanımayız, emperyalistlere de boyun eğmeyiz diyerek ayağa kalktı. Kuvayı Milliye hem işgalci emperyalist güçleri, hem Osmanlı’nın Hilafet Ordusunu ve hem de isyancı çeteleri evire çevire yenip işgal kuvvetleri ve işbirlikçilerini kaçıp, Anadolu’yu terk etmek zorunda bıraktı.

Artık yeni bir düzen kurma gücü Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının elindeydi.

Peki, Kemal Paşa yeni bir düzen kurarken hangi yolu seçecekti?

Artık herkesin merak ettiği temel konu buydu.

Mustafa Kemal Atatürk kılıcı vurdu ve yüz yıllık düğümü çözdü, onun tercihi: ÇAĞDAŞLAŞMAKTI...

Osmanlı’nın sorunu birlikte olmak değildi, onun asıl sorunu çağı yakalayıp, çağın üretim biçimi ve toplum yapısını tesis edememesiydi.

İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün dehası buradaydı, o Osmanlı’nın sorununu son derecede doğru bir şekilde teşhis etmiş ve bu sorunu çözmek için gerekli olan doğru yol ve yöntemi de bulmuştu.

Birlik ve beraberlik elbette önemlidir amma ve lakin hiçbir şekilde yeterli değildir. Asıl önemli olan bir toplumun çağdaş toplumlar ile rekabet edebilecek üretim biçimi ve toplum yapısını inşa edebilmesidir. Ayrıca birlik beraberliği kimlikler üzerinden tesis etmek çoğu zaman mümkün olmaz, birlik beraberliği tesis edebilmenin ön şartı; rıza üretebilecek adil bir düzen kurabilmektir.

Mustafa Kemal’in savunduğu çağdaşlık hedefi; çağın üretim biçimi ve bu üretim biçimine uygun toplum yapısını inşa etmeyi öngörüyordu.

19. Yüzyılda çağın üretim biçimi sınai üretim biçimi ve çağın toplum yapısı ise egemenliğin halkta olduğu toplum yapısıydı.

Türk Devrimlerinin ana hedefi de Osmanlı’nın arkaik feodal tarım toplumu yapısını çağdaş bir sanayi toplumuna dönüştürmekti.

Çağdaş bir sanayi toplumuna dönüşebilmek için sınai üretim yapabilecek bilgi seviyesi ve sınai üretime uygun toplumsal üstyapı gerekir.

Türk devrimleri işte bu üstyapıyı kurmaya yönelikti ve bu gün 102 yıl sonra görüyoruz ki artık bu hedefe ulaşılmıştır.

Diğer yandan Atatürk elbette Türk Milliyetçiliğini devlet ideolojisi haline getirmiş çok sıkı bir Türkçüydü.

Türkçüydü çünkü hem birlik beraberliği sağlayabilecek ve hem de çağdaşlık hedefi ile çatışmayacak eldeki tek aidiyet Türkçülüktü.

Osmanlıcılık ve İslamcılık ise çağdaşlaşma hedefi ile uyum sağlaması mümkün olmayan seçeneklerdi. Bu gün bu seçenekleri işe yarar bir yol olarak savunmaya çalışanların başarısızlığı da Atatürk’ün tercihindeki isabeti göstermektedir.

Günümüzde Türk toplumu artık bir sanayi toplumuna dönüşmüş ve Türkiye bölgenin en büyük, dünyanın ise sayılı sanayi güçlerinden biri haline gelmiştir.

Lakin şunu da belirtmem gerek: Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu çağdaşlaşma hedefi sabit bir hedef değildir. Bugünün çağdaşlık tanımı ile dünün çağdaşlık tanımı bir değildir. Bu yüzden yeter deyip durmamalı ve bugünün çağdaşlık hedefi olan bilgi toplumunu kurmak için çalışmalıyız.