Ülkemizde deprem öncesinde de zaten çok ciddi bir barınma krizi yaşanmaktaydı. Özellikle de dar gelirli kesim...

Ülkemizde deprem öncesinde de zaten çok ciddi bir barınma krizi yaşanmaktaydı. Özellikle de dar gelirli kesim bırak başını sokabilecek bir ev satın alabilmeyi artık ev kiralayabilmekte bile çok ama çok zorlanır hale gelmişti.

Tamam, yoksulluk var ve Türkiye’de geniş kesimlerin en büyük hayali hep başını sokabilecek bir ev sahibi olabilmekti fakat son zamanlarda artık bu hayali kurabilmek bile hayal olmuş bulunmaktadır.

Bu durumun elbette birçok sebebi var ve lakin en önemli sebebi ekonominin çok kötü yönetilmesi, yaşanan enflasyon ve ekonomik kriz yüzünden gelirlerde görülen çöküştür. Bu çöküş doğal olarak en fazla da dar gelirli kesimi vurmuş yoksulu daha da yoksullaştırmıştı.

Aslında Türkiye’de en azından konut ihtiyacını karşılamak açısından ciddi bir arz sorunu yaşanması beklenemez, çünkü inşaat yapmayı iyi bilen, bu konuda iyi organize olup külliyetli miktarda üretim yapabilen bir toplumuz.

Fakat son dönemde yaşanan Suriye, Irak, Libya, Afganistan, Pakistan gibi yoksul ülkelerden kaynaklanan kontrolsüz göç ve mülteci sorunu konut ihtiyacında çok büyük bir patlama yaşanmasına yol açtı. Bu yoğun mülteci akını kentlerin demografik yapısını bozmuş, bazı bölgelerde aşırı yoğunlaşmalara ve ciddi talep patlamalarına yol açmıştı. Bu sorun yaşanırken birde Rusya Ukrayna savaşının başlaması ve buradan kaynaklı yeni bir göç dalgası durumu daha da vahim bir hale getirmiş bulunmaktaydı.

Bütün bu yaşananlar zaten hem satılık konut ve hem de kira bedellerinin astronomik seviyelere tırmanmasına yol açmıştı.

Bizler bu gelişmelere dikkat çeker ve iktidarın bu barınma krizi sorununa bir çare üretmesini beklerken toplamda 11 ilimizi ve 13 milyondan fazla yurttaşımızı etkileyen deprem silsilesi bu barınma krizini çok daha derinleştirecek son derecede vahim bir etki daha yaptı.

Deprem öncelikle var olan konut stokundan yüzbinlerce birimin eksilmesine, kullanılamaz hale gelmesine yol açarak arz yönlü çok ciddi bir etki yaratmış bulunmaktadır.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum açıklamalarında; “Yapmış olduğumuz hasar tespit çalışmalarında 164 bin 29 binada yer alan 518 bin 754 bağımsız bölümün yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı olduğunun tespitini yaptık.” Diyor.

Bu tespit doğruysa ülkemizdeki toplam konut stokundan yaklaşık 600 bin konutun eksildiğini düşünebiliriz.

Fakat bu sadece buzdağının görünen kısmı, birde deprem bölgesinde yaşayan kalabalık insan kitlelerinin korkularının tetiklendiğini ve bu kişilerin mevcut deprem riski taşıdığını düşündükleri konutlarını terk ederek depreme dayanıklı olduğunu düşündükleri bölgelere ya da konutlara göç etmeye çalışacaklarını bir düşünün.

Ayrıyeten bu son depremlerden hiç etkilenmeyen İstanbul, Aydın, İzmir, Adapazarı, Kocaeli gibi büyük şehirlerde de deprem korkusunun tetiklendiğini, eski deprem anıların canlandığını ve burada da depreme dayanıklı konut ve bölgelere göç etmek için ciddi bir hareketin doğacağını düşünebiliriz.

Bütün bu faktörleri; oluşan arz eksikliği ve talep patlamasını bir arada düşündüğümüzde zaten var olan barınma krizinin çok daha vahim bir seviyeye tırmanacağını öngörmek için kâhin olmaya, kristal küreye bakmaya falan gerek yoktur.

Sonuçta ortaya bir arz eksiği ve talep patlaması çıkınca fiyatların artması ve hatta karaborsanın bile ortaya çıkması kaçınılmaz bir sonuçtur.

İktidar çok yaklaşan seçimlerin de baskısıyla hesap, kitap ve planlama yapmadan temel atmaya ve sorunu çözmek yerine seçimleri kazanmaya ya da seçimlerde ciddi bir hezimet yaşamamaya çalışmaktadır.

Oysa günümüzde en acil iş doğru düzgün bir planlama yaparak kaynaklarımızı heder etmeden en verimli şekilde kullanabilmek ve ülkemizde yaşanan barınma krizini bir an önce çözebilmektir. Yoksa dar gelirli kesimin ezildikçe ezilmesi kaçınılmazdır.