Sevgili okurlarım, hepinize mutlu hafta sonları demeyi inanın ki demeyi çok isterdim ama her zaman olduğu gibi ;Yazın gelişiyle birlikte güneşi, sıcak havayı, tatil planlarını konuşur olduk. Ama bazı sıcaklıklar var ki; içimizi ısıtmıyor, tam aksine ciğerimizi yakıyor. Yine ormanlarımız yanıyor… Yine yeşilin yerini siyaha bırakan o tanıdık görüntüler ekranlarımızda. Yine hayvanlar kaçıyor, kuşlar susuyor, toprağın dili tutuluyor. Yine bir başka yangında, sadece ağaçlar değil; vicdanlarımız da yanıyor…
Bu yazıda size ağaçların bilimsel değerlerinden, ormanların oksijen üretiminden ya da ekosistem içindeki hayati rollerinden bahsetmeyeceğim. Bunları zaten biliyoruz. Aslında hepimiz neyin ne olduğunu çok iyi biliyoruz ama... Yine de durmuyoruz. Yine de uslanmıyoruz. Yine de bilinçsizliğimizle doğaya ihanet ediyoruz.
Bir orman yangını çıktığında kaybolan sadece yeşil alan değildir.
Binlerce can, bir daha dönmemek üzere yok olur. Karıncaların yolu, sincapların evi, kuşların yuvası, çiçeklerin tomurcuğu yok olur. Oysa biz o ormanlara sadece bakıyorduk; içinde bir yaşam vardı. Gözümüzün göremediği, kameraların kaydedemediği bir sessizlik içinde, doğa orada yaşıyordu. Ve biz, bu yaşamı sadece birkaç dakikalık dikkatsizlikle küle çevirebiliyoruz.
Bir sigara izmariti, bir cam şişe, ormanda yakılan kontrolsüz bir mangal…
Ve hepsi, tek bir kıvılcımla başlayan bir felakete dönüşüyor.
SİZCE NEDEN?????
Çünkü biz hâlâ “Bana bir şey olmaz” diyen bir toplumuz.
Çünkü hâlâ ormana giderken arabanın camından sigarayı fırlatıyoruz.
Çünkü mangal yakarken altına taş koymayı bile düşünmüyoruz.
Çünkü “Bu kadar orman var, birazı yansa ne olur?” diyen cahilliği hala içimizde taşıyoruz.
Hep başkalarını suçluyoruz. Yetkililer neden müdahale edemedi, neden uçak yoktu, neden geç gelindi... Evet, bunlar da doğru. Ama ya biz?
Biz neden önlem almıyoruz?
Neden doğayı korumak için birey olarak sorumluluk üstlenmiyoruz?
Neden ormana giderken çöpümüzü toplayıp geri getirmiyoruz?
Yangına müdahalede eksiklikler var, kabul. Uçak eksikliği, koordinasyon hataları, yeterli önleyici çalışmaların yapılmaması da ciddi sorunlar. Ama en büyük eksik, bilinç eksikliği.
Ve bu eksikliği gidermeden, ne uçak sayısı çözüm olur ne de yeni yasa maddeleri.
Aslında çok basit adımlarla büyük fark yaratmak mümkün:
• Yaz aylarında ormanlara giriş yasaklarının ciddi biçimde uygulanması
• Her köyde, beldede, mahallede yangın bilinçlendirme eğitimi
• Okullarda çocuklara doğa sevgisi ve sorumluluk bilinci kazandırılması
• Mangal alanlarının sınırlandırılması ve denetlenmesi
• Orman köylerinde yerel gönüllü yangın ekiplerinin kurulması
• Yangına sebep olanlara sadece para değil, caydırıcı hapis cezaları
Ama tüm bunlardan önce… Bir vicdan geliştirmemiz gerekiyor.
Kurumadan yanan otlara, susarak can veren kaplumbağalara, gökyüzüne bir daha dönemeyen kuşlara, bir can gibi bakmamız gerekiyor. Doğayı sevmek, ağaç dikmekten önce, onu korumakla başlar.
Bugün yanan orman, belki bize uzak bir köyde. Belki televizyonda izleyip üzülüp kapatıyoruz. Ama yarın o yangın, bizim nefes aldığımız havayı kurutacak.
Yağmur yağmayacak. Su azalacak. Tarım bozulacak. Gıda pahalanacak.
Ve bir gün çocuklarımız bize şunu soracak:
“Anne, baba... Bu ağaçlar neden yok?”
O gün geldiğinde ne diyeceğiz? “Biz de çok üzülmüştük” mü?
Üzülmek yetmiyor sevgili okurlarım. Artık üzülmenin, iç geçirmelerin değil; farkına varmanın ve harekete geçmenin zamanı.
Her birey kendi sorumluluğunu bilmeli. Çünkü doğa bize ait değil; biz doğaya aitiz.
Ormanlar yanarken sadece ağaçlar ölmüyor. Biz de biraz eksiliyoruz.
Daha az nefes alıyoruz. Daha az yaşıyoruz.
Ve eğer bu yangınlara karşı hâlâ bilinçsiz kalırsak, en sonunda yanan orman değil, insanlığımız olacak.
Unutmayalım ki!!!!!
Bir ağaç sadece gölge değil; bir yaşamdır.
Ve biz o yaşamı her yaz, kendi ellerimizle yakıyoruz.