Sevgili okurlarım,
Bu hafta sizlerle, konuşmaktan yorulmadığımız ama çözüm üretmede hâlâ sınıfta kaldığımız, ülkemizin en derin yaralarından biri olan
KADINA ŞİDDET konusunu paylaşmak istedim.
Yine bir kadının çığlığını duymadık…
Yine bir annenin feryadına kulaklarımızı tıkadık…
Yine bir çocuk, annesiz kaldı…
Kadına şiddet, yalnızca bir tokat, bir yumruk, bir bıçak darbesi değildir. Şiddet, en çok da bir kadının gözlerinin içindeki ışığın yavaş yavaş sönmesidir.
Peki biz bu karanlığa ne kadar alıştık?
Bu karanlık artık bize ne zaman bu kadar normal gelmeye başladı?
Şiddet; cehaletin, sevgisizliğin, korkunun ve çaresizliğin en acı dışavurumudur.
Bir toplumun kadınlarına verdiği değer, aslında kendi geleceğine verdiği değerdir.
Ama biz ne yazık ki çocuk yaşlardan itibaren yanlış rollerle büyütüyoruz kızlarımızı da, erkeklerimizi de…
Çocukken “erkek ağlamaz” diyerek duygularını bastıran bir erkek, ileride öfkesini başka türlü ifade edemez hale gelir.
“Kadın dediğin susar” diye büyütülen kız çocukları ise, büyüdüklerinde ne zaman susmaları gerektiğini değil, hiç ses çıkarmamayı öğrenir.
Bugün sokakta, iş yerinde, evde ya da bir mahkeme salonunda hak arayan binlerce kadın var.
Bir kısmı korkudan şikâyet edemiyor.
Bir kısmı hâlâ umutla “düzelir” diyor.
Bir kısmı ise gidecek yeri, sığınacak kimsesi olmadığı için o evde kalıyor.
Çünkü ekonomi de bu hikâyenin tam ortasında duruyor.
Kadınların önemli bir kısmı ekonomik olarak bağımsız değil. Kendi ayakları üzerinde duramayan bir kadına ise sistem sadece “sabret” demeyi öneriyor.
Eğitim sistemi ne kadar güçlü olursa, kadınlar o kadar özgür olur.
Aile ne kadar bilinçli olursa, çocuklar o kadar sağlıklı büyür.
Kadın ve erkek arasındaki ilişki ne kadar eşit olursa, o toplum o kadar huzurlu olur. Ama biz bunların hiçbirini tam anlamıyla başaramadık.
Kadına şiddeti yalnızca “erkeklerin suçu” olarak görmek, meseleyi yüzeysel okumaktır.
Toplum olarak her bir bireyin bu sorunda sorumluluğu var.
Yetiştirme tarzımızdan tutun da, dizilerde “aşk” adı altında normalleştirilen toksik ilişkiler, “namus” uğruna öldürülen kadınlar, cezaların yetersizliği ve en önemlisi, susan herkes bu karanlığın bir parçası.
“İçişleri Bakanlığı’nın resmi verilerine göre 2022 yılında 284, 2023 yılında 309, 2024 yılının 10 ayında ise 276 kadın cinayeti gerçekleşti.
Platformun verilerine göre ise 2022’de 334, 2023’te 315, 2024’te de 394 kadın cinayeti gerçekleşti”
Öncelikle evde başlıyor her şey.
Çocuklarımızı sevgiyle, eşitlikle büyütmeliyiz.
Oğlumuza saygı göstermeyi, kızımıza ise karşılık beklemeden “hayır” demeyi öğretmeliyiz.
Okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi şart.
Kadınların ekonomik özgürlüğü için istihdam politikaları artırılmalı.
Ve en önemlisi, şiddetin cezası öyle net, öyle caydırıcı olmalı ki; kimse bir kadının canını almak için bir an bile düşünmesin.
Sevgili dostlarım, bir toplumun aynası, kadınına nasıl davrandığıyla ölçülür.
Biz bu aynaya baktığımızda ne görüyoruz?
Kırık dökük, parçalanmış umutlar mı?
Yoksa güçlü, ayakta duran, özgür kadınlar mı?
Unutmayalım…
Sustuğumuz her gün, bir başka kadının çığlığı sessizliğe karışıyor.
Ve biz o sessizlikte yok oluyoruz.
Konuşalım. Yazalım. Anlatalım. Uyaralım.
En azından bir hayatı değiştirecek kadar ses çıkaralım.
Çünkü bazen bir kelime, bir kadının hayata tutunmasına neden olabilir.
Ve unutmayın…
Şiddet kader değildir.
Ama sessizlik onu kader yapar.
Sevgiyle kalın, insanlıkla kalın ve KADES uygulamasını mutlaka telefonunuza indirin.