Sevgili okurlarım,
Üniversite sınavının sonuçları 22 Temmuz 2025 tarihinde açıklanacak. Her yıl olduğu gibi bu yıl da binlerce öğrencimiz ve aileleri sonuçların ardından kara kara düşünmeye başlayacak. Peki, neden mi? İşte bu sorunun cevabını sizlerle paylaşmak istedim…
Bu hafta sizlere, gözümüzün önünde sessizce tükenen bir gençlikten, hayalleriyle birlikte mücadele eden yüz binlerce üniversite öğrencisinden bahsetmek istiyorum. Evet, artık Türkiye’de üniversite öğrencisi olmak bir ayrıcalık değil, ne yazık ki bir hayatta kalma mücadelesi.
Eskiden üniversiteye girmek için gece gündüz ders çalışan öğrenciler, sınavı kazandıklarında hayallerinin kapısını araladıklarını düşünürlerdi. Ama bugün o kapının ardında umut değil, yüksek kira bedelleri, yetersiz yurt kontenjanları, ulaşım sorunları, pahalı yemekler ve her gün biraz daha ağırlaşan geçim kaygısı var.
Bir düşünün; bir genç, ailesinden uzakta, başka bir şehirde okuyor. KYK yurdu çıkmamış, mecburen eve çıkmış. En basitinden 20-30 bin lira kira isteniyor. Paylaştığı evde en az dört kişiyle yaşıyor.. Ama o her sabah derse yetişmek için uyanıyor. Neden? Çünkü bir hayali var. Çünkü okumak istiyor.
Ama o hayali gerçekleştirmek için sadece kitaplarla savaşmıyor. Bir de karnını doyurma savaşı var. Kampüs içindeki yemekhanelerde yemek fiyatları artık öğrencinin bütçesini aşıyor. Ucuz olduğu için sabah kahvaltısını öğlen yapan, akşamı simitle geçiren binlerce öğrenci var. Bazıları ise haftada bir sıcak yemek yiyebiliyor.
Peki ya ulaşım?
Bir şehirden diğerine gitmek, ailesini ziyaret etmek artık neredeyse lüks. Şehir içi ulaşım bile cep yakıyor. Kimi gün derslerine yürüyerek gidiyorlar çünkü yol parasını biriktirip kitap almak zorundalar. Bu çocuklar "geç kalma" korkusundan çok, “param yetmez” endişesiyle yaşıyor.
Üniversite demek özgürlük demekti, gelişim demekti. Şimdi öğrenciler sadece hayatta kalmaya çalışıyor.
Birçoğu eğitimle değil, çalıştığı yerle meşgul. Kafelerde, marketlerde, çağrı merkezlerinde çalışan öğrenciler... Gündüz ders, akşam iş, sonra yine ders. Uykuya zaman yok. Sosyal hayata hiç yok. En büyük eğlenceleri bir parka gidip biraz kafa dinlemek belki de.
Şimdi sizlere soruyorum:
Böyle bir ortamda hangi genç bilimle, sanatla, felsefeyle ilgilenebilir?
Hangi öğrenci vizyon geliştirebilir?
Hangi üniversiteli geleceğe umutla bakabilir?
Gençler artık yaşamakla baş etmek arasında sıkışmış durumda. Bir öğrencinin sadece sınavdan değil, hayattan da geçmesi bekleniyor. Ama her geçen gün bu yük ağırlaşıyor.
Aileler de çaresiz…
Evlatları okusun diye didinen anneler, ek iş yapan babalar, kredi çeken anneler… Onlar da biliyor ki bu düzen artık sürdürülebilir değil. Çünkü bir öğrenciyi okutmak artık bir mucizeye bağlı.
Sevgili dostlar, bu sadece bir ekonomik kriz değil. Bu aynı zamanda bir gelecek krizi.
Eğer biz bugün üniversite öğrencilerimize insanca yaşam koşulları sunamazsak, yarın ne hekim kalır ne mühendis… Ne iyi bir sanatçı yetişir ne de bilim insanı. Çünkü eğitim bir lüks değil, temel haktır. Öğrenci olmak da bir ayrıcalık değil, bir insanlık meselesidir.
Bugün üniversite kapısından içeri giren genç, aslında yalnızca bilgiyle değil, hayatın en ağır gerçekleriyle tanışıyor.
Ve bu yük, yalnızca onun omzunda kalmamalı.
Devletin, üniversitelerin, yerel yönetimlerin, iş dünyasının ve bizlerin; hepimizin el birliğiyle bu gençlere sahip çıkması gerekiyor. Çünkü onlar bizim geleceğimiz.
Yazımı bir üniversite öğrencisinin geçenlerde sosyal medyada yazdığı şu cümleyle bitirmek istiyorum:
“Artık derse geç kalmak değil, hayattan geri kalmak korkutuyor beni.”
Evet sevgili okurlarım, bugün üniversite öğrencisi olmak ders değil, bir hayat sınavı.
Ve bu sınavı geçmek sadece onların değil, hepimizin sorumluluğu.