Kazancın Gölgesindeki Varoluş
İnsan, kazancın varoluşsal olgularında kendini en derinden sorgulayan varlık olabilir. En azından içinde yanan alevlerin buz gibi kısımlarında yaşayanlar, bu sorgudan nasibini bir şekilde alır.
“Varoluş problemi, varoluşun kendisinden geçmeden aydınlığa kavuşturulamaz,” derken Martin Heidegger, bizi zihni karıncalandıran bir labirente sokar. Platon’un dostları “İnsan tüysüz iki ayaklıdır” dediğinde, tüyleri yolunmuş bir tavukla salona girip “İşte insan!” diyen Sinoplu Diyojen’in alaycılığı kadar mıdır insanın amacı?
Tarihsel serüvenin içinde hepimiz bir dalından tuttuk hayatı. Yaşamalarımız, kazanımlarımız, kaybedişlerimiz, hırslarımız, vazgeçişlerimiz ve her cenderede yol yürüyüşümüz, hayatın soluklarında yaşamaya değer birer iz bıraktı.
Uzun süredir bitmesi için dua ettiğim bir projenin sonuna geldik. Kazancın tepelerinde gezenlerin hüküm sürdüğü, hastalıkla bile baş etsen orada olmayanın çarmıha gerildiği bir sistemde çalışıyoruz. İki Alman filozof; Immanuel Kant ile Karl Marx’ın zıtlığı kadar uzak iş yaklaşımları arasında gidip geliyor her şey.
Varoluşsal nedenlerden iş hayatının döngüsüne uzanan ipek yolu, kırık merdivenlerle dolu bir rota gibi yeniliyor tüm gerçekliği.
Herkesin hayali, amacı, uğraşı… Kısacası “Ben varım, beni görün!” çığlıkları var. Ve herkes kendi yörüngesinde haklı. Bu haklılık değil midir, artık ülkede güzel kokudan çok kesici cisimle gezenleri doğuran? “Ki o kesici ‘bıçak’ artık suç sayılmıyor bile!”
Evet, herkes kendince ayakta kalmanın yollarını buluyor. Ancak etik kaybolunca, bu zamanın yıkıntılarını içimize çeke çeke yaşıyoruz.
İş dünyasında da bu etik yoksunluk daha da görünür hâle geldi. Hacmi düşen işler, beraberinde evrimleşmiş yeni şirket kültürlerini getirdi. “En çok bağıranın kazandığı” bir dönem bu.
Ama etikle kazanç aynı yolda yürüyemez mi? Elbette yürür. Alacaklıya “bir ay mevduatta bekletelim” demeden, gününde ödeyenler hâlâ var.
Üniversite yıllarında tanıştığım, sonradan kendi şirketini kuran biriyle hâlâ çalışıyoruz. Çeklerin karşılığı bankada hazır olur, işleri arka arkaya almaz, net ve açık ilerler. On yıldır bu çizgiyi bozmadı. Aynı dönemde birçok mekanik firma iflas etti ama o, gemisini kararlılıkla yürüttü.
Başka bir firma vardı, iflas ettiğinde yöneticisi şöyle demişti: “Serhat, o borç benim değil, şirketindi artık beni arama.” Hayat sahnesi bazen komedi de yazıyor.
Evet, varoluştan etik kültüre uzandı bu yazı. Ama insan, sebebini kendi bulmalı. Hayatta başarılı olmak, işini büyütmek, kendini geliştirmek, evlat yetiştirmek, ahlaklı insanlarla yol yürümek, zengin olmak, iyi yaşamak, güzel yaşlanmak… Ne istiyorsa, uyum içinde ve iradeyle o noktaya ulaşmalı.
Yoksa neyi başarırsa başarsın tatmin olmayacak; neyi en çok yaparsa da zamanla tüm benliği onun şekline dönüşecek.