“Pleasantville (Yaşamın Renkleri)” adlı çok hoş ve ilginç bir film izlemiştim. Filmin konusu, her şeyin siyah/beyaz olduğu Pleasantville kentinde yaşananlar ve değişimdi.
İnsanlar, sorgulamaksızın kabul ettikleri yazılmamış kurallara uygun yaşıyorlar, kentteki siyah/beyaz düzen, hiçbir şey değişmeden sürüp gidiyordu. Her gün bir öncekinin tekrarı gibiydi.
Bir gün, bu yaşam düzeni küçük gruplar içinde tartışılmaya; birkaç kişide düzene aykırı davranışlar görülmeye başlandı. Zaman içinde, sorguladıkları kurallara uymaktan vaz geçen, özgür düşünceyi, değişimi, yenilenmeyi savunan insanlar ve onların çevresindeki alanlar yavaş yavaş renklendi.
Değişenler ve değişimi isteyenler başlangıçta küçük bir azınlıktılar. Dışlanıyor, aşağılanıyorlardı ama zaman, yenilikten, değişimden, çok renklilikten yanaydı. Renklenenler çoğalıyordu.
Sonunda, kentin ve kentte yaşayanların tamamı renklendi, değişime en çok direnen kent yöneticisi bile duygularına engel olamadığı bir anda doğal rengini kazandı.
***
Değişimi isteyenler de karşı çıkanlar da kendilerini kente ait hissediyor ve ona sahip çıkıyorlardı ama iki kesim arasında çok büyük bir fark vardı. Birinciler, algılarında kentle bütünleştirdikleri insanları, ikinciler ise donmuş kuralların biçimlendirdiği kent yaşamındaki alışkanlıklarını seviyorlardı. İki kesimin tek ortak yanı, yalnızca kendi duygularının kente bağlılık ve sadakat olduğuna inanmalarıydı.
Filmi izlerken ülkemizi düşünüyordum. On yıllardır Türkiye’deki siyah/beyaz yaşam düzeninden bunalan, acı çeken ve çok renklilikten, çok seslilikten yana olanlar da “kurulu düzeni yıkmaya çalışmakla” suçlanıyor, dışlanıyor, aşağılanıyor, soruşturmalara uğruyorlar; buna karşın değişim çabalarından asla vazgeçmiyorlardı. Ama değişime direnen büyük çoğunluk sayesinde siyah/beyaz düzen sürüp gidiyordu.
Çok renklilikten, çok seslilikten yana değişim isteyenler günümüzde, filmi izlediğim dönemden çok daha kalabalıklar ve her geçen gün daha da çoğalıyorlar. Başta siyasi iktidar olmak üzere, değişime karşı çıkanlar ise siyah/beyaz yaşam düzenini sürdürmek için halâ direniyorlar.
***
“Bir kent, bir ülke, bir toplum tek seslilikten çok sesliliğe doğru nasıl değişir? Siyah/beyaz düzen nasıl çok renkli olur? Değişimi kimler niçin ister; kimler niçin istemez, değişime kimler karşı çıkar, direnir” gibi sorulara hiç yanıt aradınız mı?
Bu tür soruların yanıtı, değişimin içeriğinde, yaratacağı sonuçların niteliğinde ve kimi nasıl etkileyeceğinde gizlidir.
İşte bir örnek olay:
1950’li yılların sonunda, Gaziantep-Urfa yeni karayolunun Birecik geçişi için Fırat Nehri üzerinde Türkiye’nin o tarihteki en uzun köprüsü yaptırılır. Köprü, iki kent arasındaki yolu kısaltacak, ilişkiyi artıracak, buradan geçenlerin Birecik’teki ticarete katkılarıyla ilçenin iktisadi ve toplumsal yaşamında önemli değişimler olacaktır.
Köprü inşaatı sırasında şantiye şefi öldürülür. Mühendisi öldürenlerin, köprünün yapılmakta olduğu yerde, yıllardır gün içinde karşıya geçişi sağlayarak para kazanan sal işletmecileri olduğu anlaşılır.
İnşaat sürdürülür ve köprü hizmete girer. Beklendiği gibi, Birecik’teki ticaret kısa sürede canlanır, ilçede yaşam değişir.
Bu olayı yöredeki insanlardan dinlemiştim.
***
Anlatılanlar, sal işletmecilerinin Birecik sevgisinin hemşerilerinden daha az olduğunu mu gösterir? Bence hayır ama bu bilgiyle, yapılan köprünün “yaşam düzenlerini bozacağı korkusunun” sal işletmecilerindeki Birecik’e bağlılığın önüne geçtiği ve değişim karşıtlığını cinayet işlemeye varacak düzeyde büyüttüğü sonucuna varılabilir.
Her değişim karşıtlığının nedeni bu denli açık ve kolay biçimde anlaşılmasa da biraz irdelendiğinde, değişime direnenlerin tepkilerini, “alışageldikleri ya da çıkar sağladıkları düzeni yitirme korkusunun” ürettiği görülecektir.
Ülkemizde değişimden yana olanların, ülkemizin faşizmin siyah/beyaz yaşam düzeninden kurtularak çok renkli, çok sesli yaşam düzenine kavuşması için on yıllardır savunduğu ve günümüz dünyasındaki uygar toplumların vazgeçilmez değerleri arasındaki;
“Tam bağımsızlık, çağdaş demokrasi, sınırsız düşünce/ifade/örgütlenme özgürlüğü, emeğin en yüce değer olduğu, emek/sermaye çelişkisinin emekten yana çözümü, toplum yararı, çağdaş hukuk, adil yargı, güçler ayrımı, laiklik, insan hakları, kadın/erkek eşitliği, bilimsellik”
kavramlarıyla sorunu olanlardaki değişim karşıtlığının nedeni işte bu korkudur.
Kendi yaşam düzenlerini yitirme korkusu, onları bu kavramları düşünmekten bile alıkoyuyor. Korkuları derinleştikçe değişimden yana olanları düşman görüyor, saldırganlaşıyorlar.
2500 yıl önce bu topraklarda yaşamış ünlü düşünür Herakleitos’un yalın biçimde belirttiği evrensel gerçek bitmeyen kâbusları:
“Her şey değişir. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”.
Ne kadar direnirlerse dirensinler, faşizmin siyah/beyaz düzeni de değişecek ve filmdeki Pleasantville kenti gibi, ülkemiz de çok renkli, çok sesli yaşam düzenine mutlaka kavuşacaktır.
Yakındır.