Bu saf, temiz ve güler yüzlü Anadolu çocuğunun soyadının “Ayaz” olduğuna bakmayın… Tanıştığınız ilk saniye, onun ne kadar sıcak olduğunu anlarsınız.

Benim ilk karşılaşmam Antalya Lara’da bulunan TRT Kampı’nda oldu. Her akşam program yapıyordu. Bir tekne gezisinde oğlum, tırnağını gezi teknesi merdivenine kaptırmış ve tırnağından olmuştu. Olay günü sevk kâğıdı için oyalanmadan acile gittik. Ertesi sabah erkenden Ankara’ya döneceğiz ama sevk kâğıdını da hastaneye götürmemiz gerekiyor. O ikisini halledecek kadar vaktimiz yok. Ne yapacağız? nasıl yapacağız? diye kara kara düşünürken, kara gün dostu Orhan bizi uğurlamaya gelmişti. “siz oyalanmayın yolunuza gidin ben götürürüm” dedi. “etme, eyleme hastane çok uzak gidiş geliş sana zahmet vermek istemeyiz” dememiz onu ikna etmedi. “Hayır, lütfen, siz yolunuza gidin, hastane işini ben hallederim” diyerek ısrarını sürdürdü. Altın gibi kalbi yüzüne yansıyordu. Gönül rahatlığı içinde yolumuza devam etmemizi sağladı. TRT Lokalinde çalışırken de dostluğumuz devam etti. Bir gün telefonda Ankara Radyosu TSM Müdürlüğü’ne sanatçı olarak atanacağını söyleyince adeta “Cumhuriyet Altını” bulmuştum. Böylece TRT Ankara Radyosu TSM Müdürlüğünde mesai arkadaşı olmuştuk.
Şimdi gelelim hayat hikâyesine: Dedesi Abdurrahman Ayaz, Tavşanlı’da yaşıyordu. Atları ve at arabası vardı. Babaannesi Hatice Hanım da din eğitimi hocasıydı. Bir dönem, Cumhuriyetimizin ilk hâkimlerinden Ünlü Bodrum Hâkimi Mefharet Hanım da öğrencisi olmuştu.
Orhan, müzik yeteneğini yıllar önce Konya Ereğli’den Tavşanlı’ya yerleşen, bağlama çalan diğer dedesi Emin Arslanlı’dan aldı. Anneannesi Hatice Hanım da ev hanımıydı.
Annesi Perihan hanımın sesi çok güzeldi. Türk Sanat Müziği söylüyordu. Annesinin güzel sesinden dinlediği ninnilerle büyüdü.
Babası Hakkı Bey, kaynak ve kaporta ustası, annesi Perihan hanım da, ev hanımıydı. Hala-dayı çocuklarıydı. 3’ü kız, (Suzan Sevinç, Saide Yüksel ve Hatice Durudoğan) 2’si erkek (Orhan ve Kenan) olmak üzere 5 çocuğun ikincisi olarak 22 Eylül 1956 yılında Dünya’ya geldi.
Ablası okula gidince hemen onun mandolinini eline alıyor, ablasından gördüklerini yapmaya ve duyduğu sesi çıkartmaya çalışıyordu. Babası Orhan’ın kabiliyetini görünce ders aldırmak istedi. Ama bütçesi zorlanacaktı. Müzik öğretmeni Fethi Aküz İlkokul öğrencisi Orhan’daki yeteneği görünce İlkokul dörde kadar ücretsiz ders verdi.
Orhan 1962’ de İlkokul 2. sınıftayken babası Tunçbilek TKİ’ nin GLİ Garp Linyitleri İşletmesi’ne atandı. Lojmana yerleştiler. Haliyle Tunçbilekten Tavşanlıya ders almaya gidiyordu. Bir süre sonra kendine güveni geldiğinden derslere gitmemeye başladı. Bu nedenle hocası Orhan’a gücenmişti.
Ortaokul son sınıfta bir arkadaşı (Rıdvan Yılmaz) gitar aldı. O da teneke kutulardan bir bateri yaptı. Mahalle arkadaşlarına konser veriyorlardı. Çok yetenekliydi. Melodika çalıyor, Ortaokul 2. sınıfa giderken folklor ekibine akordeon’ la eşlik ediyordu. Tuşlu çalgılarda da tecrübesi artmaya başlamıştı. Aldığı müzik derslerinden cesaretle arkadaşına da zaman zaman müdahale ediyordu. Kütahya Azot fabrikasından Tunçbilek’e orkestra geliyor, onlar çalarken, Orhan, onlara imreniyor her yaptıklarını hafızasına kaydediyordu.
Ortaokul bittiğinde Tavşanlıda bir orkestra kuruldu. Tesadüfen onlarla tanıştı. Ondan başka bateri çalacak kimse yoktu. Solo gitar’ da (Rıdvan Kombakçı), ritim gitar’da (Özcan Şentürk) ve basgitar’ da (Yüksel Demir) vardı. Orhan’da Baterist oldu. Böylece “Bozoklar Orkestrası” kurulmuştu.
Her hafta Sinema’ da film başlamadan önce yarım saat müzik yapıyorlardı.
Bozoklar Orkestrası elemanları ilk işlerinden adam başı 10 lira kazanmışlardı. Hemen 6 lirası ile kendisine o günlerde satılan en pahalı gömleği aldı.
Ritim gitarda Özcan Şentürk ayrılınca yerine Rıdvan Yılmaz geldi.
Çalışmalar gittikçe ciddi hale geliyordu. Bir nişan töreninde çaldılar ve çok beğenildiler. Düğünler vs. derken 71 ve 72 yıllarında işi ilerlettiler.
Aralarına Solist Basgitar Recep Akçın’da katılmıştı. Hem çalıyor hem de söylüyordu. Tunçbilek Bölge Müdürü’nün oğlu Taci de org çalıyordu. Tesisin düğün salonunda her gün çalışmalarına izin verildi. Çalışma bitince Rıdvan Yılmaz’la kalıyor, Orhan Org, Rıdvan’da gitar çalıyor, birlikte güzel müzik yapıyorlardı. Tesiste çalışan bir mühendisin oğlu Erkan, onlara müzik bilgisini aktarınca ufukları genişledi.
Her yıl Aralık ayının ilk haftası madenciler günü olarak kutlanıyordu. İlk defa dışardan orkestra getirilmedi. Bozoklar orkestrası çaldı ve çok beğenildi.
Müzik aşkından dersleri ihmal etti. 2 yıl üst üste sınıfta kalınca okuldan atıldı.
Babası o kızgınlıkla onu Tunçbilek tesislerinde çırak kursunda işe aldırdı. Yapmadığı iş kalmadı. Kömür arasından taş ayıkladı, araba motoru indirdi, araba yağlama, yıkama, torna tesviye, kaynak işleri, büyük iş makinalarının parçalarını yağlama, lastik değişimi gibi sanayide yapılan zor ne iş varsa yapıyor, geceleri de müziğe devam ediyordu.
Etraftan eş dost, “kafan bir gün dank edecek” diyordu. O da “Ne zaman kafam dank edecek” diye aklından geçirmeye başladı.
Bir gün beş katlı Apartman büyüklüğündeki iş makinası su çıkan bir arazide batmış ustalar da o makinayı battığı yerden kurtarmışlardı. Paletlerinin temizlenmesi gerekiyordu. Yaklaşık 50 çırak aracın üzerine çıktı, her yerini temizliyordu. Eli yüzü çamur içerisinde kalmıştı. Kafasını kaldırdığında evlerinde müzik çalışması yaptığı org çalan Taci’nin babası Metin Atay’la karşı karşıya kaldı. Yüz yüze gelince çok utandı. İlk defa kafası o gün dank etmişti. Utancından ne yapacağını bilemiyordu. Eli yüzü çamur içerisinde tam bir tamirci çırağıydı. Yıllar sonra Metin Bey’e “böyle bir olay olmuştu beni tanıdınız mı” diye sorduğunda “Orhan hatırlamadım, seni tanımadım” cevabını aldı. Müdür nasıl tanıyabilirdi ki? Yüzü gözü çamur içerisindeydi.
Lise 1’ de 15 ders içerisinde müzik, beden eğitimi ve resim dersi dışında 12 dersi zayıftı. Haziran ayında sınava girdi. 8 tanesini verince moral buldu. Alpay’ın Eylül’de gel şarkısını mırıldanmaya başladı. Eylül ayı geldiğinde tekrar sınava girdi. 3 ders daha vermesi moralini iyice yükseltse de bir tek İngilizce dersinden kalması bir yıl daha beklemesini gerektiriyordu.
Okullar açılmış herkes derslerine devam ediyordu.
1974 yılında yıldızı parlayan yeni bir Başbakan iş başına gelmişti. Bülent Ecevit Kıbrıs çıkarmasını yaptığı 1974 yılının 5 Kasım günü tek dersten borçlu geçmeyi çıkardı. 5 Kasım, aynı zamanda Ecevit’in vefat günüydü. 2006 yılında aramızdan ayrıldı.
Okul Müdürü Çetin Arslançevik, Çırak Kursunun Başkanı Emekli Albay’ı aradı. “Orhan için tek dersten borçlu geçme çıktı. Ona iletir misiniz? ”dedi.
Albay, o sırada derste olan Orhan’ı yanına çağırdı. Gür bir sesle “Bana bak Orhan Ayaz, okul müdürü beni aradı, senin için tek dersten borçlu geçme çıkmış, şimdi eve gidiyorsun, anne ve babana diyorsun ki ya burası, ya orası şimdiiii defolllllllll…”
Ne olduğunu anlamadan çırak elbiseleriyle heyecanla ve sevinçle eve doğru koştu. Öğlen vakti eve geldi. Olanı biteni annesine anlattı. Perihan Hanımın, “Allah’ıma şükürler olsun” diye yavrusuna nasıl sarıldığı görülmeye değerdi. Baba da öğlen yemeği için eve gelip durumu öğrenince, “İyi bir işin, maaşın ve sigortan var Allahtan daha ne istiyorsun?” diye kükredi. Anne “oğlum okusun” diye ısrar edince Baba “ne haliniz varsa görün” dedi. Çıktı gitti.
Orhan hemen çırak elbiselerini çıkardı… Yıkandı… Tertemiz kravat, gömlek ve takım elbisesini giyerek 5 Kasım 1974 günü lise 2’ ye başladı. Dersler çoktan başlamıştı. Ama Orhan azmiyle arayı kapattı.
Yine müziğe devam ediyordu “bir musibet bin nasihatten iyidir” misali derslerini aksatmıyordu. O hevesle ve tekrar çıraklığa dönmemek için canla başla derslerine çalıştı.
Hayata dönmüş, insan içine çıkmıştı. Bu azimle lise 2 ve 3. sınıfı doğrudan geçti.
O sene Üniversite sınavını kazanamadı. Ertesi yıl yüksek puan almış, kayıt yaptırmak için yollara düşmüştü. Her tarafa başvurdu. Puanlar istediği seviyeye düşmedi. O sene tam umudu kırılmıştı ki İlk, Orta ve Liseden çocukluk arkadaşı Erhan Aygün, Siyasal’ da okuyor. Bekâr evinde kalıyordu. “sen Gazi’ye girsene, en azından boşta durmazsın” dedi. Gazi’ye kayıt yaptırdı, sınav oldu. 500 kişi içinde mutlaka kazanırım derken kendisini yedek listenin 4. sırasında buldu. Şansı vardı. 4. yedekten okula kayıt yaptırdı.
Vedat Kaptan Yurdakul, Kazım Sezer, Ali Demirhan, Işık Başel, Emine Koç, Ahmet Berker ve Ayşe Özel sınıf arkadaşlarından birkaçıydı.
Rıdvan Yılmaz’da Hacettepe Üniversitesinde İngiliz filolojisini kazandı. Gazinolarda çalışıyordu. Orhan’a “ne yap et bir org getir. Ankara’da güzel iş yaparsın” dedi. Orhan, hem okuyor, hem de çalışıyordu. Ankara’da Roma, 06, Bizon, Sergen ve Lalezar’ın yanında Elizi gibi işletmelerde çalışıyordu. Baterist arkadaşı Banbino Bülent Soysal “Lalezar’da fındık kadar bir kız var, gel kirve bir dinle” dedi. Kızı gördüğünde “allahallah” dedi şaşırdı. Gerçekten kulaklarına inanamadı. Fındık kadar kızda bu kadar güzel ses nasıl oluyordu? Maestro Şenol Dinleyen eşliğinde inanılmaz güzel şarkılar söyleyen o kız “Sevim Seven” di. Ankara Radyosu’ndaki adıyla “Ayşe Taş”…
1979-1980 öğretim yılında Gazi Üniversitesi Müzik Bölümü’nü bitirdi. Batı tarzı müzik öğrenmişti. Halk diliyle “Batıcıydı”…
Mezuniyetten sonra Orhan, İskenderun Soğukoluk’a uzun süreliğine çalışmaya gitti. TSM repertuarını orada ilerletti. Kamuoyunda kızlarla anılan bir yerdi. Ama o kadar katı kurallı ve disiplinli bir yere düşmüştü ki yan gözle bile kimseye bakamazdı.
(Devam Edecek)