Demokrasi kısaca, “toplumun kendi kendisini yönetme hakkının olduğu yönetim biçimi” diye tanımlansa da “doğrudan demokrasinin” uygulama zorluklarının arkasına sığınan egemen çevrelerin ideologları, bu tanıma “insanlar bu haklarını belirli dönemler için seçtikleri temsilciler aracılığıyla kullanır” cümlesini ekleyerek, temsili demokrasiyi mutlaklaştırmışlardır.

Sonsuz bir süreçte, zamana ve koşullara göre sürekli gelişen demokrasinin hiçbir uygulama biçimi mutlak değildir. İçinde bulunulan anda demokrasinin gereği gibi algılanan ve kabul gören birçok uygulamanın yarın demokrasiye aykırı olarak nitelenmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Bu anlamda, temsili demokrasiyi mutlaklaştırmak demokrasinin özüne aykırıdır.

Antik Yunanistan’ın kent devletlerinde kölelerin varlığı o günün demokrasisinde yadırganmıyordu ama bugünkü anlayışımızla, kölelerin varlığında demokrasiden söz edilemeyeceğini söylüyoruz. Daha yakın zamanlara geldiğimizde; örneğin, geçen yüzyılın ilk yarısında kadın yurttaşlarına seçme ve seçilme hakkı tanımayan pek çok ülkenin demokrasiyle yönetildiğinin kabul edildiğini görüyoruz.

Bu örnekler de gösteriyor ki demokrasi, her uygulama biçimi mutlaklaştırılmaması gereken; zaman içinde sürekli gelişen ve son hedefi “insanların tam özgürlüğü” olan bir yönetim biçimi olarak algılanmalıdır. Demokratlığın ölçütü olarak da yararlanılabilecek olan bu yaklaşım, yönetenle yönetilenler arasındaki ilişkinin niteliğini de belirler.

Antik çağdan günümüze, sürekli gelişen, değişen ve gelecekte de gelişmesi kaçınılmaz olan demokrasi, hukuki kurallar, kurumlar ve iş bölümü sistemidir.

Temsili demokrasi, toplumun yararı için düşüncelerini ve vaatlerini anlatıp, seçmenden belirli bir süre için toplumu yönetme görevi alan siyasetçinin, bütün çalışmalarını bürokrasi aracılığıyla gerçekleştirmesini öngörmektedir. Buna göre, topluma sunduğu vaatler çerçevesinde siyasetçi “NE” yapılacağına karar verecek, “NASIL” yapılacağını uzmanlığına dayanarak bürokrat belirleyecektir.

Demokratik gelişim süreci pek çok dışsal etken altında yönlendirilen ve demokrasiyi sindirmek için daha uzun zamana ihtiyaç duyan bizim gibi toplumlarda, bu roller genellikle karışır. Siyasetçi ne yapılacağına karar verirken, elindeki yönetim erkinden aldığı güçle, nasıl yapılacağını da tanımlama hakkı olduğunu düşünür. Çeşitli nedenlerle siyasetçinin karşısında suskun kalan bürokrat, rolünü genellikle uygulama sırasında oynar.

Aldığı talimatı yanlış bulduğunda ya da benimsemediğinde, işi bazen savsaklar, bazen siyasetçiyi zora sokacak biçimde yürütür, bazen de siyasetçiyi devre dışı bırakmanın yollarını bulup ne yapılacağına da karar vermeye çalışır.

Halkımızın ve pek çok siyasetçinin sürekli yakındığı ve bir türlü çözülemeyen “bürokrasi” sorunu, işte bu çalışma anlayışının ürünüdür.

Sorun, var olan işleyişi değiştirmeden kurallara yeni kurallar ekleyerek ya da bürokrasiye karşı savaş açarak çözülemez. Çünkü sorunu üreten hastalıklı çalışma anlayışının temeli, seçen ve seçilenin, yöneten ve yönetilenin, siyasetçi ve bürokratın demokrasiyi sindirememiş; kendi özlerinde demokratlaşmamış olmalarına dayanmaktadır.

O nedenle sorun;

  • Seçen, seçilenin “devlet büyüğü” değil, temsili demokrasinin gereği olarak, belirli bir süre için yönetim hizmetlerinde görevlendirdiği kişi olduğunu,
  • Seçilen, yönetim görevine getirilmiş olmakla toplumun üzerinde bir yerde konumlanmış olmadığını,
  • Seçilerek ya da atanarak yönetici olan, demokratik yönetim anlayışının temelini iş bölümünün yok sayılmadığı iş birliğinin oluşturduğunu,
  • Yönetilen, toplumun asıl olarak kendisi gibi yönetilenlerden oluştuğunu ve onlar arasındaki yaşam birliğinin en büyük toplumsal güç olduğunu,
  • Siyasetçi, NE yapacağını belirlerken, yönetim erkinin asıl sahibi olan toplumun kendisinden çok savunduğu dünya görüşüne onay verdiğini unutmaması; her işte kişisel becerisinden değil, bürokrasinin uzmanlığa dayalı birikiminden güç alması gerektiğini,
  • Bürokrat, uzmanlığına ve meslek ahlakına uymayan hiçbir talimat karşısında, hiçbir gerekçeyle suskun kalmamayı

Kavradığında kendiliğinden çözülecektir.

Unutmayalım:

Demokrasi, yönetenler değil, yönetilenler içselleştirdiğinde gerçek gücünü kazanır. Demokratikleşme, seçimden seçime kullanılan oyların değil, sorumluluk alarak verilen kararlı mücadelelerin ürünüdür.