Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) ülkemizin en seçkin kuruluşlarından birisidir. Kuruluş süreci, 1929 yılındaki büyük kuraklık üzerine oluşturulan Sular Umum Müdürlüğü’ne değin uzanan DSİ, 100 yıla yaklaşan geçmişinde ülkemizin su kaynaklarının değerlendirilmesi için yaptığı çalışmalarla yalnız Türkiye’nin değil dünyanın da bu alandaki saygın kuruluşlarındandır.
DSİ, bu saygınlığı yalnızca gerçekleşen projeleri nedeniyle değil o çalışmalarda görev almış olan çalışanlarına dünya standartlarında deneyim kazandırdığı için de hak etmiştir.
Ülkemiz böyle seçkin bir kuruluşa sahip olmasına karşın, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere birçok kentimiz, her yıl yaz aylarında neden büyük bir su sorunuyla karşı karşıya kalıyor?
Soru, “küresel ısınmanın sonucu olarak yağış rejimi değişti, kentlerimizin nüfusundaki büyük artış su tüketimini çoğalttı ve bu gelişmeler kentlerimizi su sorunu ile karşı karşıya getirdi” biçiminde yanıtlanabilir. Ama bu yanıt bizi gerçeklerden çok uzağa götürür. Çünkü ne yağıştaki azalma ne de nüfus artışına dayalı su tüketimindeki artış beklenmeyen gelişmelerdir.
1968 yılından beri yürürlükte olan ve 2007 yılında kapsamı genişletilerek adı "Belediye Teşkilâtı Olan Yerleşim Yerlerine İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanun" olarak değiştirilen 1053 sayılı “Ankara, İstanbul ve Nüfusu Yüz Binden Yukarı Olan Şehirlerde İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanun” gereğince kentlerimizin içme ve kullanma suyu DSİ tarafından sağlanır. Kent içindeki dağıtım ise belediyelerce yapılır.
Bu yasa hükümlerine bakarak, soruyu, “öyleyse büyük kentlerimizde her yaz yaşanan su sorunundan birinci derecede DSİ sorumludur” diye yanıtlarsak da sorunu “küresel ısınmanın” yarattığını söyleyenler gibi yanılmış oluruz.
Konusunun uzmanı bir kuruluş olarak DSİ, başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere bütün büyük kentlerin gelecekte su sorunu yaşamaması için yağış rejimindeki dönemsel değişiklikleri ve bu yerleşmelerdeki nüfusun yıllık artış oranını dikkate alarak gerekli çalışmaları yıllar önce tamamlamış, hazırlanan projeleri siyasetçilerin önüne koymuştur.
Ancak öncelikleri kamu yararından çok, kent mekânını bireysel kazanç sağlama alanı olarak kullanmak olan siyasi iktidarlar, bu projeleri uzun süre görmezden gelmiş, onları yalnızca sorun ertelenemez hâle geldiğinde anımsamışlardır.
Sorunu, henüz ortaya çıkmadan öngörenler, görevlerini zamanında yapmışlardır ama karar verme süreçlerinde bilimsel verilere dayalı planlı gelişmeyi, uzmanlığı, kamu kaynaklarını yerinde ve zamanında kullanmayı akıllarından bile geçirmeyen siyasi iktidarlar, DSİ projelerini raflarda bekleterek sorunun bugünkü boyutlara varmasının yolunu açmışlardır.
Benzer bakış açısı, belediyelerin sorumluluğunda olan kent içi su dağıtımında da kendini göstermektedir. Kentsel hizmeti kentlinin kamusal hakkı olarak değil, kent mekânını yönlendirme ve biçimlendirme aracı olarak gören yerel yönetimler önceliği mevcut altyapıdaki kayıpları azaltmaktan çok suyun dağıtım ağını yeni gelişim alanlarına ulaştırmaya vermişlerdir.
Oysa sorunun bir başka önemli nedeni kent içi su dağıtım ağındaki kaçaklardır. Öğrencilerin korkulu rüyası havuz problemlerindeki havuzlara benzer nitelikteki su dağıtım ağlarına verilen her 1000 litre suyun ortalama 300 litresi kaçaklarla yitirilir ve bu sorun on yıllardır çözülmemiştir. Günümüzde ciddi boyutlara ulaşan su sorununu yaşamakta olan kentlerimizde bile kent içi dağıtım ağını hızla genişleyen kentlerin yeni mahallelerine uzatmakla uğraşan belediyeler, mevcut ağdaki kaçakları önlemeye yönelik çalışmalar için yeterince kaynak ve zaman ayırmamaktadırlar.
Kent içindeki dereleri kurutmayı, üstlerini örterek çevresini yapılaşmaya açmayı marifet sanan siyasetçilerin yönetimindeki belediyeler, park / bahçe düzenlemelerinde salt görsel güzellik adına bütün boşlukları çimle kaplar ve hiçbir işlevi olmayan bu alanların yeşil kalması için boş yere şebeke suyu harcarlar.
Dağıtım ağındaki kaçaklarla, yanlış plan ve projelerle kente verdikleri suyun önemli bir bölümünü israf eden belediyeler, nedense arıtma tesislerinden çıkan suyun sulamada kullanılması için proje üretmezler.
Kentlinin su tasarrufu konusundaki duyarsızlığı da yerel yönetimlerin gerisinde değildir.
***
Kolayca görüleceği gibi, gereksinim hızla artarken gereken yatırımların zamanında yapılmamış olması, kent içi dağıtım ağındaki kayıplar, yanlış projeler ve umursanmayan israfların yarattığı su sorunu, kış aylarında yağışların azalmasıyla her yaz kâbusa dönüşmektedir.
Özetle söylemek gerekirse, dünyanın en önemli sorunlarından birisi olan küresel ısınmanın sonucu olarak ülkemizdeki yağış rejimi değişmektedir ama günümüzde yaşanmakta olan su sorununda yağışlardaki azalmanın payı “bardağı taşıran son damla” kadardır.
Kendimizi “küresel ısınma” söylemleriyle avutmayalım. Kentlerimizdeki su sorunu onlarca yıldır süregelen plansızlığın, öngörüsüzlüğün, umursamazlığın, duyarsızlığın, karar vericilerin yanlış tercihlerinin bedelidir. Bilimin yol göstericiliğinde akılcı uygulamalar bunların yerini almadıkça daha çok bedel ödenecektir.
Yalnız su sorunu mu?
Hem bireysel hem toplumsal yaşamımızda böyle büyüyen sorunların bedellerini ödeyerek ömrümüzü tüketmiyor muyuz?