Ben demiyorum…Jacques Le Goff’un “Ortaçağda Entelektüeller” kitabını çevirirken katkıda bulunan Mehmet Ali Kılıçbay diyor. Aslında kendi de mis gibi intihal/ başkasının kitap ve/veya eserini kendine mal etme yapıyor. Mehmet beyin otobiyografisinde Le Goff’un kitabının müellifi olarak görüyoruz kendisini.
Her neyse kitap entelektüel ve herbekolog kanaat önderleri kavramlarının Ortaçağdan günümüze gelişi konusunda çok aydınlatıcı. Önsözler ağırlıklı ilginç kitaptan altını çizdiklerimi alıntılayarak yazıyı akıştırayım… 1984’teki en önsözünde savını şöyle açıklıyor Le Goff; Bugün burun kıvrılan derleme ve intihal, Ortaçağ’da yalnızca fikir yaymanın değil, fikir icat etmenin de yolu olan temel bir entelektüel faaliyetti… Çevirmenimizin 1991’de ki önsözü daha acımasız ama çok önemli, her daim geçer değerlendirmeler var; İnsanların çoğu, basmakalıp, içeriği olgularla örtüşmeyen, tekrarlandığı için doğru sayılan sözleri ikide bir ileri sürmeyi düşünmek sanıyor. Bundan daha kötüsü insanların düşünce ve vicdanlarına hükmeden ve genel olarak “kanaat önderi” başlığı altında anılan, çok çeşitli kesimlerden “aydınlanmış” kişiler de çoğu zaman bu tür söylemleri hem sürdürmekte hem de ne yazık ki onların oluşmasına katkıda bulunmaktadırlar..
İnsanların her şeyi bildikleri toplumlarda gerçeklerin ortaya çıkması ancak nadiren mümkün olabilmektedir. Bu durumda insanların öğrendiklerini “doğru” olarak kabul etmeleri ve bunları minik vatanlar olarak savunmaları son derece doğal sayılmaktadır. Başta Türkiye olmak üzere dünyanın hemen her yerinde cehalet ve kolaycılıktan beslenen demagoji, bilimsel düşünceyi kovmaktadır. Kendi doğrularını bilim diye kabul eden cehalet ve demagoji Ortaçağda kendini aklamaya yönelik bir ideoloji geliştirmiştir. Ortaçağ insanların çoğu için her türlü geriliğin, karanlığın cehaletin, gaddarlığın, bağnazlığın vb. egemen olduğu bir dönemdir.
Bütün bu gerilik, bağnazlık, gaddarlık vb. tamamen o çağın insanlarının eseridir yani çağdaştır.. diyor ve 19. Yüzyıl tarihçileri Ortaçağı kavrayabilmenin uzağında kalmışlar bu durumda kendi eksikliklerini bu döneme yansıtarak ünlü “karanlık çağlar” efsanesinin yeşermesinin baş mimari olmuşlardır …diye ekliyor. Ortaçağ güzellemesine geçtiğinde ise; Modern Batı değerlerinin (başlıcaları itibari ile; insan hakları, demokrasi, ayrıcalıkların reddi anlamında eşitlik, kentsel uygarlık vb.) neredeyse tamamı Ortacağda oluşmaya başlamıştır. Bu arada “entelektüel” ve “üniversite” de batıda ortaçağın içinde doğmuşlardır. Entelektüeli üreten bu çağ bu yeni türün düzeni eleştirmesine de tanık olmuştur. Düzen muhafızları bundan hoşlanmamışlar ve yargılamalarla infazlar gırla gitmiştir. Ama dikkat edilmesi gereken husus bu kadar çok yargı ve infazların varlığının Ortaçağ toplumunun konuşkanlığının göstergesi olduğudur.
Diğer toplumlarda ise böylesine yargılamaların olmaması onların hoşgörülerinin değil entelektüel denen insan türüne sahip olmamalarının göstergesidir… entelektüel bir hükümdarın veya zenginin himayesinde ve onun uşakları ile aynı statüde olan bir kimse değildir. Entelektüel altın kafeste yetişmez.. Ha keza, Üniversitede olması gereken haliyle yani özerk tartışmaya ve araştırmaya dayalı bir öğrenim kurumu olarak Ortaçağda ortaya çıkmıştır…
Çevirmenimiz Mehmet bey şöyle bağlıyor lafını; Bu kitap bizimki gibi bir şeyin adına sahip olunmasıyla kendine de sahip olunacağının sananların çoğunlukta oldukları ülkeler açısından ufuk açıcıdır. Bir yere Üniversite adının verilmesi ile oranın Üniversite olmayacağının, birine entelektüel denilmesiyle onun entelektüel olamayacağının bilgisinin üretilmesi, bunların oluşumu süreçlerinin kavranmasından geçmektedir…nokta