P H O T O 2025 11 20 15 31 37

10 Kasım’ın üzerinden on gün geçti. Cumhuriyet’i seven demokrasi aşıkları için 10 Kasım bir iç çekme, göz pınarlarını mendille silme ve Büyük Atatürk’ün mirasını tekrar hayretle inceleme ve hatırlama ile geçer. Bu kadar az zamanda bu kadar çok iş nasıl yapılabilir diye kendi kendimize hep aynı soruyu sorarız. Cumhuriyet’in kazançları- şairin de dediği gibi- şavkı yüzümüze vurur. Atatürk tüm dünya tarafından takdir edilen bir liderdi. Hâlâ da öyle.

Tarih sahnesinde her ülkenin lideri aynı şekilde hatırlanmıyor.

20. yüzyılda İspanya tarihine kara damga vuran General Franco tam elli sene önce 20 Kasım günü 82 yaşında öldüğünde, kurduğu hükümet olağanüstü bir 30 günlük resmi yas ilan etti. Dünyadaki hiçbir demokratik rejim bu gelişmeye üzülmedi, hatta resmi olarak ilan edilse bile İspanya içinde milyonlar sevinç çığlıkları ile bu haberi karşıladılar.

20. yüzyılın Avrupalı diğer iki diktatöründen -intihar eden Hitler ve kurşunlanıp baş aşağı asılan Mussolini’den- farklı olarak, Franco midesinin çoğunun alınmasından sonra ciddi kanamalardan dolayı öldü. Rivayete göre iç harp ile ülkeyi ikiye bölen faşist diktatör için pek çok kadın topluca karalara bürünüp kiliselerde ağlamaklı ayinlerde bulunurken Barselona şehrinde şampanya kalmamış. Bir İspanyol meslektaşıma bunu anlattığımda kendi şehri olan Bilbao’da o gece bira bile bulunamadığını gülümseyerek bana aktarmıştı. Şu bir gerçek ki Franco öldüğünde tüm İspanya yaşa boğuldu. Herkesin gözyaşı samimiydi. Bazıları üzüntüden ağlarken bazıları da, bir diktatörden kurtulmanın sevincinden ağlıyordu.

Öldükten sonra İspanya’nın ne olacağını kimse kesin olarak bilmiyordu çünkü Franco'nun geride bıraktığı ülke, 1936'da demokratik olarak seçilmiş Cumhuriyetçi hükümete karşı ayaklanmasından önceki ülkeyle hiçbir benzerlik taşımıyordu. Ayaklanma, ülkeyi yoksul ve aç bırakan yıkıcı üç yıllık bir İç Savaş'ı tetiklemişti. 1940'lar 'Açlık Yılları' olarak hatırlanıyordu. 1939 ve 1945 yılları arasında 200.000'e kadar insan, hatta muhtemelen üç katı kadar fazlası açlıktan öldü veya yetersiz beslenmeyle doğrudan ilişkili hastalıklardan hayatını kaybetti.

Franco öldüğünde kendi fikirleri hemen ölmedi. Tüm kurumları olduğu gibi kaldı; çoğu İç Savaş döneminden gelen en ateşli destekçileri, bu kurumlarda güçlü mevkilerde bulunuyordu. Ancak 1975'te nüfusun yaklaşık üçte ikisi- 22 milyon kişi - 1936'da Savaş başladığında henüz doğmamıştı -yani, Franco öldüğünde 40 yaşın altındaydılar- ve bu nedenle haliyle savaşa dair hiçbir anıları yoktu. Yoktu olmasına anıları, ama faşizm karşıtı Cumhuriyet destekçilerinin anneleri, babaları, yaşlı aile büyüklerinin vardı ve o yaralar hiç kapanmamıştı. Sadece tuzla, zorla ve baskı ile örtülmüştü. Nihayet, on yıllar bekledikten sonra bu kâbusun artık sona ereceğine inanıyorlardı. O eziyetli ve kasvetli yıllardan sonra 20 Kasım’da Franco’nun yarattığı kara bulutlarının arkasından demokratik pırıl pırıl bir güneş doğmaktaydı.