İletişim ve Doğa

Karanlık ve karamsar tablolara değil, umuda ihtiyacımız olan çok değişik zamanlar geçtiğimiz bugünlerde, içinizi karartmak niyetinde değilim. Ancak konuşmadan ve üzerinde düşünmeden yaşamamız gereken öyle bir kavram var ki, esasen bir yüce erdem. “Empati.”

Aldığım eğitimlerle bu beceride oldukça yüksek oktavda yetkinleşmiş bir birey olarak, etrafıma da her zaman empatiyi işaret etmek ve onun değerini naçizane göstermek arzusunda olduğumu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Elbette insan olmanın getirdiği istisnai durumlar hariç.

Ancak günlük hayatta çoğu zaman gözlemlediğim herhangi bir olayda karşıdakini, “biraz empati yap, empati hiç yapamıyorsun, empati yeteneğin yok” gibi yaftalamalarla suçluyoruz ve bunu yaparken kendimize hiç bakmıyoruz. Acaba biz gerçekten empati yapabiliyor muyuz? Aynayı biraz olsun kendimize çevirebiliyor muyuz? Hadi şimdi içimizden biraz kendimizi düşünelim, özeleştiri yapalım. Elbette günlük hayatın keşmekeşi içinde her zaman bunu yapabilmemiz mümkün olmuyor. Ancak “olması gerektiği yerde, zamanda ve durumda” bunu yapabiliyor muyuz? İşte tüm mesele bu.

Karşıdakinin duygularını, düşüncelerini ve durumunu anlama yeteneği diyebileceğimiz “empati” kavramı o kadar değerli bir erdem ki, buna sahip olan bireyler çölleri denize çevirebilir, dikenlere gül açtırabilir, çağlayanları dile getirebilir, adeta yaşamı kutsar. Bir insan bunu empati ile nasıl mı yapar? Ev temizliğinden çıkmış yorgun bir kadının bileğine dokunup “çok yorgun görünüyorsunuz biraz da siz oturun” diyerek ona tıklım tıklım metroda yer verendir. Susamış bir canlıya su verendir, yemek sunandır. Sınava girecek telaşlı bir çocuğun sırtını sıvazlayarak “sen yaparsın” diyendir. Her sabah apartmanın merdivenlerinde gördüğü komşusunun ilkokula giden kızının eline Halley verendir. Sokakta gördüğü üşüyen bir kediyi alıp apartmanın kaloriferine götüren kendi küçük yüreği kocaman bir çocuktur. Parası olmayan birinin cebine gizlice para sıkıştırandır. Hastalanıp yatan komşusunun en sevdiği çorbayı yapıp götürendir. Karşısındakinin derdini dinlerken o anlattıkça aynı acıyı yüreğinde hissedendir. Karşı tarafın imtihanı veya savaşı her ne ile ise, o yaraya tuz basmayan, onu kapatmaya çalışan, moral ve güç veren kimsedir. Bu kimseler zor olan empati becerisinde öyle gelişmişlerdir ki, girdikleri her ortamda kolayca fark edilirler. Sıradan insanlardan öne çıkan, apayrı varlıklarıyla işte bu insanlar bir çölü vahaya çevirebilir. Bir başkasının, çevresinin, yakınlarının hayatını bambaşka bir yöne çevirebilir ve aslında dünyayı değiştirebilir. Empati öyle kıymetli bir erdemdir ki, karanlık ve ıssız gecede çölde açan çiçeğe benzer. İşte bu yüzden herkesin harcı değildir.

Bir Kızılderili atasözü der ki: “Benim hayatımı yargılamadan önce benim makosenlerimi giy ve benim geçtiğim yollardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar benim gittiğim gibi git. Ancak o zaman beni yargılayabilirsin.” İmkansız değil mi? İşte bu yüzden, her birimiz bir başkasının hayatına bakarken onun penceresine doğru gitmeli ve o pencereden görünen manzaraya az da olsa onun baktığı gibi bakmaya çalışmalıyız. Elbette “her şartta ve daima” değil. Ama mutlaka “bazen ve biraz”.

Büyük Usta Lev Tolstoy “acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan insansın” sözüyle empatiye öyle güzel vurgu yapar ki, hayran olmamak işten değildir. İşte insan olmak ya da olmamak meselesinin özünde empati yatar. Hangi yolu seçeceğimiz ise tamamen bizim irademizdedir. Bu büyük erdeme, empati becerisine sahip okurlarıma selam ve sevgi olsun.