Kariyerlerinin ve de fiziki yaşamlarının, iyi niyetle söylenmiş şekliyle, son çeyreğine girmiş iki büyük yıldız Richard Gere ve Uma Thurman ‘Oh,Canada’ isimli yeni, belki de son olacak filmlerinde, mükemmel filmolojilerine ve aykırılıklar kuşağı 68'e otopsi yapmışlar. Seyrederken naçizane bizim kendi çapımızda çevirdiğimiz 68 ekolü filmler! gözümün önünden geçti. Dönemsel benzerlikler filmi daha çekici yaptı benim için. O dönemde her alanda yaşayan efsaneler vardı. Çoğu da efsane olmak için çok genç yaştaydı. Çoğu genç insanın kafasında daha iyi, daha eşitlikçi, daha özgür, daha barış dolu bir yaşama ulaşmak, kapitalizmin yıkıcı kâr ve büyüme güdüsünü dizginlemek, gelir dağılımını daha eşitlikçi kılabilmek için düzeni değiştirme düşüncesi vardı. Sonu çok kötü bitmiş bir başkaldırı olarak tarihe geçti bizde 68 kuşağının öyküsü. Oh, Canada, hayatı hakkındaki tüm gerçekleri anlatmaya karar veren bir belgeselcinin hikayesini konu ediyor. Film Vietnam savaşına gitmemek için Kanada’ya kaçan ve burada savaş karşıtı çektiği belgeseller ile ünlenen bir yönetmen olan Leonard Fife’ın (Richard Gere), ölmeden önce hayatını bir belgesele dökmek isteyen eski öğrencileri ile bir röportaj yapmasını anlatıyor. Biz de röportaj sırasında Leonard'ın hem yaşadıklarını hem de yaşandığını sandığı olayları izliyoruz… Ben de anlatacak olsam tıpkı homoseksüel taklidi yaparak savaştan sıyıran Fife gibi, Peace Corps/Barış Gönüllüleri yapılanmasıyla bizim Kadıköy Maarif Kolejine kefaretini ödemek üzere gelen katıksız homoseksüel, siyah parlak dar pantolonuyla yatılı erkek okulunun ilk gay hocası Swartz’ı gördüğümüzde ki şaşkınlığımızı anlatırdım herhalde. Ölü Ozanlar Derneği filminin sinopsis çekimi gibiydi yaşadığımız o günler. Yönetmen Paul Schrader’inyakın arkadaşı Russell Banks’in yazdığı ‘Foregone’ romanından uyarlanan, çok kişisel bir veda filmi ‘Oh, Canada. Schrader’ı ‘American Gigolo’dan 44 yıl sonra Richard Gere ile yeniden bir araya getiren filmde Gere, hayatının son demlerini yaşayan belgeselci Leonard Fife’ı canlandırıyor. ‘Amerikan Cigolo’daki Gere’i hatırlayıp raf ömrünü tamamlamakta ki Fife rolünde izlerken yüreğim, vah vah nidalarıyla cız etti tabii ki. Ünlü olduğu kadar tartışmalı belgeselci Fife, tüm gerçekleri anlatırken Kill Bill filminin biyonik kadını Uma Thurman’ın canlandırdığıdurumdan habersiz eşinin ve kameraların önünde filme alınan bu itirafnamede Fife, Vietnam savaşı sırasında askerden kaçarak ABD’den Kanada’ya gittiğini açıklıyorama filmin sonuna doğru Leonard'ın aslında Kanada'ya savaştan dolayı değil, çocuğunun ölümü ile yüzleşememesinden dolayı kaçtığını görüyoruz. Bu sahne, film boyunca anlatılan asker kaçağı anlatısının yıkılıp bir anda daha farklı bir anlatıya geçmesine neden oluyor. O kırılma sahnesiyle ilk defa Leonard ile empati yapmaya başlıyorsunuz. Bu acı ile senelerdir yaşadığını, içinde tuttuğunun ayırdına varıyorsunuz. Anlayacağınız bu, büyük bir yönetmenin filmleri hakkında konuştuğu bir röportaj değil. Bu, bir adamın, hatta dönemin günah çıkarması. Leonard, hayatını tüm çıplaklığı ile olmasa bile, samimi bir şekilde bize sunuyor. ‘Oh, Canada’ bir adam üzerinden ölümü ve ölümün etkisini anlatıyor. Filmde geçen: ‘Geleceğim olmadığını anladığım anda geçmişim hakkında konuşmak istedim.’ sözü bu filmin, hatta hayatın en iyi özeti. Ölüm kavramını ve onun etkisini iyi işleyen filmi özümseyerek seyredin zevk, olmazsa feyz alır yaşamınızın geri kalanı için çıkarsamalar yaparsınız.