İbram Erdem’im 1978-2018 yılları arasında yazdıklarından oluşan bir kitap, “Kırk yıl 1978-20189)” 2018 YILINDA Barış Kitap tarafından yayınlanmış.
Kitap, “Neden Kırk Yıl?” diye başlıyor ve “Açıklama” ile devam ediyor. “Fotoğraflar” ile son buluyor.
Erdem’in metinleri, okuru sıcak ve samimi bir atmosferle karşılıyor. Yazar, örgütlenme ve dayanışmanın toplumsal yaşam için taşıdığı önemi vurguluyor yazılarında. İmece kültüründen sendikal örgütlenmeye uzanan bu çerçeve, kitabın temel düşünsel arka planlarından birini oluşturuyor.
Bazı kitaplar vardır; kapağını açar açmaz sizi yılların içinden geçirir, biraz hüzün biraz tebessüm bırakır. İbram Erdem’in “Kırk Yıl 1978–2018” adlı çalışması tam da böyle bir kitap. Sakin bir akşamüstü elinize alırsınız ama bıraktığınızda üzerinden kaç sayfa geçtiğini fark etmezsiniz; çünkü aslında bir dönemin içinden geçip gelmişsinizdir.
Erdem, teşekkür bölümünde belleğin o tuhaf oyunlarını hatırlatıyor bize. İnsanın içini ısıtan küçücük anların neden hiç silinmediğini, kötü anıların nereye saklandığını sorguluyor. Bir bilgenin “Bellek kötü anıları siler” sözüne şerh düşercesine, kabusların nereden çıktığını soruyor. Bu birkaç cümle bile, kitabın nasıl bir duygusal derinlikle yazıldığını gösteriyor.
Ama “Kırk Yıl” sadece anılarla örülü, şahsi bir defter değil. Erdem’in vurguladığı örgütlenme fikri, dayanışmanın hayatımızdaki yerini hatırlatıyor. İmece kültürünü, sendikayı, derneği, partiyi… Bugün unutturulmaya çalışılan ne varsa, o yılların sıcaklığıyla sayfalara not ediyor.
Kitabın dili sade, akıcı ve yorumdan çok gözleme dayanıyor. Yazar, küçük anılar üzerinden geniş bir toplumsal perspektif sunarken, zamanın insanlar üzerindeki etkilerini de görünür kılıyor. Bu yönüyle “Kırk Yıl”, kişisel bir yaşam hikâyesinden öte, son kırk yılın gündelik hayata yansıyan izlerini derleyen bir panoramaya dönüşüyor
Okur olarak biz de bu kırk yıllık yolculuğa eşlik ediyoruz. Kimi zaman bir sokak köşesinden, kimi zaman bir işçi toplantısından, kimi zaman da bir evin içindeki sessiz bir tartışmadan geçiyoruz. Erdem’in dili öyle sade ama öyle yerli yerinde ki, anlattığı her sahne tanıdık geliyor. Belki biz de aynı yıllardan geçtik, belki de o dönemlerin hikâyesini duyup yetiştik. Fakat yazdıkları, hepimizin belleğine dokunan bir yerden sesleniyor.
Türkiye’nin son kırk yılı dediğimizde, yalnızca rakamları değil, bir toplumun dönüşümünü, iniş çıkışlarını, sarsıntılarını konuşmuş oluruz. Erdem, bunları bir tarihçi gibi değil; içinden yaşamış biri olarak, yaşadıklarına kendi rengini katarak anlatıyor. Bu da kitabı hem samimi hem de güvenilir kılıyor.
Sayfalar ilerledikçe şunu fark ediyoruz: Zaman sadece akıp gitmiyor, biriktiriyor. Bizi, çevremizi, düşüncelerimizi… Küçük bir anı bazen koca bir dönemin ruhunu ele veriyor. İşte Erdem’in kitabı bu ayrıntıların peşine düşüyor.
“Kırk Yıl”, yalnızca bir hatıra kitabı değil; bir yüzleşme, bir hatırlama, bir “nereden nereye geldik” sorusu. Bir köşe yazarı olarak değil, bir okur olarak söyleyeyim: Bu kitabı okuduğunuzda kendi kırk yılınızı da gözden geçiriyorsunuz.

Sonuç olarak, “Kırk Yıl”, hem bireysel anıların hem de Türkiye’nin son kırk yılındaki toplumsal dönüşümlerin izini süren bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Erdem’in sade ve doğrudan üslubu, kitabı hem kolay okunur hem de düşündürücü bir hale getiriyor. Eser, kişisel tanıklığın toplumsal hafızaya nasıl yerleştiğini görmek isteyen okurlar için önemli bir kaynak niteliği taşıyor.
İbram Erdem’in satırlarında bir duygunun izi var; okudukça, o iz sizi biraz kendinize, biraz geçmişe, biraz da geleceğe götürüyor.