Merhabalar can okurlarım, Yine sizlerle olmanın mutluluğu içerisindeyim.
Dengelerin altüst olduğu bir dönemden geçiyoruz. İstesek de istemesek de bu döngünün içindeyiz maalesef.
Her şeyin zıttıyla var olduğu evrende, hayat her noktada denge unsuru ile ilerler. Bizler de kolayımıza gelen yollarla yolculuğumuza devam ederiz. Fakat yaşadığımız madde dünyasında, aşırılıklar her zaman yanımızda, çevremizi sarmış durumda. Üzülerek söylüyorum ki, hepimiz bu dengenin bozulması için çabalıyoruz.
Artık her şey maddi değer üzerinden ölçülür olmuş. İnsani değerler ise çoğu zaman geri planda kalmış. Burada amacım paranın önemini tamamen reddetmek değil; ancak her şeyin para odaklı olduğu bir düzende, dengelerin bozulması kaçınılmaz. Elbette parasız yaşamak mümkün değil, ama her şeyi maddi ölçülere vurmak, hayatın dengesini altüst ediyor.
Böyle böyle, hayatımızı “kazanmak” ve “harcamak” üzerine kurmuşuz.
Parayı kazanmış, harcamışız.
İnsanı kazanmış, harcamışız.
İnsan olduğumuzu idrak edememiş, birbirimize madde muamelesi yapmışız.
Arkadaş yerine parayı koymuşuz.
Duygulara değer vermemiş, onları da harcamışız.
Her şey bir çıkar ilişkisine dönüşmüş. “Acaba bana ne faydası olur?” sorusu, hayatın temel sorusu hâline gelmiş. İnsan olduğumuzu unutmuşuz. Birbirimizi lira, dolar, euro gibi değerlendirmişiz.
Kefenin diğer tarafı bomboş kalmış. Harcadığımız madde dışında, insanı önemsememişiz. Yüzünü görmeden, gözünde yargı koltuğuna oturtup infaz etmek kolayımıza gelmiş. Parayı harcadığımız gibi insanı da harcamışız. Kolay olanı seçmiş, zor olanı göze almamışız. Yanlışı yanlışla temizlemeye çalışmışız.
Ey insanoğlu! Kendimizi biz yok ediyoruz.
Kolay elde edip kolay kaybettiklerimizle, emeği ve emek vereni hiçe sayarak… Etiketi ve gösterişi ön plana çıkarıp, içi boş hayatlara tutunarak…
Peki, bizlere zarar verdiğimizi nasıl düşünmeyiz?
Yaptığımız her davranışın sadece bize değil, bütüne zarar verdiğini nasıl görmeyiz? Çocuklarımıza yaşanmaz bir dünya bırakırken, nasıl hâlâ beklentiye gireriz?
Yaktığımız ağaçların, yok ettiğimiz canlıların sessiz çığlıklarını duymayacak kadar sağır, görmeyecek kadar kör olmuşuz. Toprağa ihanet etmişiz.
asıl olur toprak anaya
Nasıl olur da bileni bilmeyenle aynı kefeye koyarız?
Nasıl olur da başkasının alın terini, emeğini çalarız?
Nasıl olur da olanı yok ederiz?
Oysa inanıyoruz ya… Keşke bu inancı insanlığa, vicdana, dürüstlüğe, sevgiye yöneltsek. Evrenin birliğine inansak. “Ben” değil, “biz” için çabalasak. Bütüne hizmet etsek, çocuklarımızın geleceğine dokunsak. O zaman kendi çocuklarımızdan utanmaz, kötülük yapmaz, ardımızda çöp bırakmazdık.
Sevgiyle yıkardık yüreklerimizi…