Merhabalar can dostlarım, Ne yazık ki, gitgide değerlerimizin yok olduğu bir süreçten geçiyoruz. Bunu söylerken büyük bir üzüntü duyuyorum. Toplumu ayakta tutan, insanları bir araya getiren unsurların bile isteye yok edildiğine tanıklık ediyoruz.
Dinlediğimiz müzikten giydiğimiz kıyafetlere, konuşma tarzımızdan davranışlarımıza kadar her şey sanki içi boşaltılmış, dışı süslerle bezenmiş birer kabuğa dönüşmüş durumda. Bu hal, içi boş ama dışı parlak bir paketi andırıyor. Ne acıdır ki, bu durum birçok kişiyi rahatsız etmiyor. Fakat bir kısmımız, artık bu gidişattan endişe duymaya başladı. Belki de farkına varmakta geç kaldık.
Özgürlüğün adı “aşırı kendine güven”, modern giyinmenin adı “moda diye adlandırılan kıyafeti giymek”, düzgün görünmenin adı ise “abartılı süslenmek” olmuş. Kadın ve erkek rolleri, özünden uzaklaşmış. Toplum yapımız hızla değişiyor, hatta yozlaşıyor. İnsanlar, bulundukları konumdan farklı, daha “elit” görünme çabasıyla gerçek kimliklerinden uzaklaşıyorlar.
Sanal dünyada sürekli mutluymuş gibi davranmak da bu sahte tablonun bir parçası. Oysa gerçek hayatta insan ne hep mutlu olabilir ne de hep mutsuz. Yaşam; inişleri, çıkışları, sevinçleri ve acılarıyla bütündür.
Ne var ki, sosyal medyanın olumsuz etkisi altında, birçok kişi kendi gerçekliğinden kopup sanal bir kimlik inşa ediyor. Para, adeta tapınılan yeni bir değer haline geldi. Her şeyin onunla elde edileceği sanılıyor. Elbette para, hayatımızı idame ettirebilmek için gerekli; ancak tek odak haline geldiğinde, insanı insan yapan tüm değerleri yok ediyor. Özellikle gençlerimiz arasında bu durum tehlikeli bir hâl almış durumda.
Yaşamadıkları hayatlara özenen, başkalarının mutluluğuyla kendini kıyaslayan gençler, farkında olmadan büyük bunalımlara sürükleniyor. Bu noktaya gelmemizde çevresel etkenlerin, akran zorbalığının ve “başkası ne der” düşüncesinin payı büyük. Bu bir sosyal sorundur ve toplumun tüm dokusunu etkilemektedir.
Bazı aileler bu durumu fark edip çabalasa da bir kısmı ya sorumluluktan kaçmakta ya da farkında olmamaktadır. Oysa bu gidişat, geleceğimiz açısından ciddi bir tehlikedir. Çocuklarımızın olduğundan farklı görünme isteği, içsel boşluklarını büyütmekte; sevgi ve değer eksikliği içinde bir nesil yetişmektedir.
Unutmayalım ki, çocuklarımız bizim davranışlarımızı örnek alır. Onlara verdiğimiz değersizlik duygusu, onları sorumluluk bilincinden uzaklaştırır. Her işlerini onlar adına yapmak, birey olma haklarını ellerinden almak demektir. “Ben yaptım ama sen yapma” diyerek korumaya çalıştığımız çocuklarımızı, aslında hayata hazırlamıyoruz.
Bugün ne yazık ki, görünmez halde kapanan, bunun yanında bedenini teşhir eden, (her iki durumda da aşırılık söz konusudur) konuşmalarında nezaketi yitiren, yalnızca kendi dünyasında var olmaya çalışan gençlerimiz artıyor. Sosyal olduğunu sanan ama aslında asosyal davranan bir kuşak yetişiyor. Bu, toplumun geleceği açısından büyük bir tehdit.
Ayrıca, küçük yaşta çocukların örtünmeye zorlanması da başka bir toplumsal çöküş göstergesidir. Hangi zihniyet bu çocuklara böyle bir yük yüklemektedir? Bu soruları sormak ve düşünmek zorundayız.
Kişilerin bu davranışlarındaki durumun değerlendirmesini yapmak için öncelikle ‘’neden’’ kaynaklandığı, bu aşırılıkların hangi duygu eksikliği ya da fazlalığı nedeniyle yapıldığı sorgulanmalı ve çözüm odaklı olaylara yaklaşıp iyileştirme yoluna gidilmelidir.
Değersizlik duygusu mu fiziki değişimin sebebi?
Sorumsuzluk nedeniyle mi sorunlu oluyoruz?
Amaçsız olmak bizi araç haline mi getiriyor?
Şeklinde sorgulayabiliriz.
“Maddenin dayanılmaz hafifliği” altında eziliyoruz. Sahte mutluluklar ve yapay hayatlar, gençlerimizi derin çıkmazlara sürüklüyor. Akran zorbalıkları, ilgisizlik ve sorumsuzluk zinciri içinde nice çocuk elimizden kayıp gidiyor.
Bu nedenle ailelerin, eğitimcilerin, devletin ve toplumun her kesiminin bu ağır tabloyu fark edip harekete geçmesi gerekiyor. Yoksa pırıl pırıl gençlerimizi kendi ellerimizle yok edeceğiz.
Etrafımızda hem fiziksel hem de manevi bir kirlilik var. Göz yumduğumuz her yanlış, bir gün gözümüze sokularak karşımıza çıkacak. Bu nedenle hepimize büyük sorumluluklar düşüyor.
Unutmayalım: Bir toplum, ancak değerlerine sahip çıktığında ayakta kalabilir. Başkalarının iyiliğini düşünebilmek, insanlığımızın aynasıdır.
Bir bütünü sağlam kılan şey, parçalarının sağlamlığıdır. Eğer bütünümüzü korumak istiyorsak, her bir parçamıza yani bireylere özen göstermeliyiz.
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın.