Aa9967Ee 49Bb 46A6 A25E 67Bae24C3A6D

Sessiz ellerin yaktığı umut; bir dernek ama bin ses…

Sabah henüz tam ışımamıştı. Şehrin üzerine çöken o ağır sessizlik, soğuğun ince bir çizgi gibi kaldırımlara sinmesi… Her şey donuktu. Ama otelin kahvaltı salonunda bambaşka bir şey oldu. Sanki o salon, güne herkesten önce inanan bir yürek gibi, karanlığı yumuşatıp içeriye umutlu bir ışık buyur etti.

Kapıdan adım atan herkes, yalnızca bir mekana girmedi… İçine bastığı anda insanı saran bir sıcaklığa, bir iyilik halkasına dokundu. Engelsiz Yaşamı Destekliyoruz Derneği’nin buluşması, o otel salonunu sıradanlıktan çekip aldı; orayı birbirini anlayan insanların nefesiyle dolu bir yuvaya dönüştürdü.

Kahvaltı mütevaziydi; zeytin tanıdıktı, peynir alışılmış, çay bildiğimiz çaydı. Ama masaya konan görünmez bir şey vardı ki hiçbir mutfak hazırlayamazdı, dayanışmanın derinden gelen ağırlığı… Kalpten kalbe uzanan bir sükut, “yalnız değilsin” diyen bir sıcaklık, herkesin içindeki yaraya hafifçe dokunan bir merhamet.

O sabah, çay bardaklarından buhar değil; umut yükseldi. Ekmek kırılırken, insanlar birbirine güç verdi. Gözler çok konuşmadı belki, ama yürekler birbirini duydu. Dışarıda güneş daha kararını verememişken, o salonun içinde çoktan bir aydınlık doğdu: insanın insana iyi gelmesinden doğan o tarifsiz ışık.

Bazen bir kahvaltı değil, bir dokunuş değiştirir günü. İşte o sabah tam da böyle bir gündü.

Çoban Ateşi’nin taşıdığı kıvılcım, yalnızca sabahın soluk ışığını yarmadı; yıllardır içe çekilmiş seslerin üzerine düşüp içten içe yanmakta olan bir umudu da görünür kıldı. Masanın etrafında toplanan herkes, gözlerinde aynı cümleyi taşıyordu. “Biz buradayız. Birlikteyiz. Eşit ve görünür olacağız.”

O cümlenin ağırlığı, bir bildirinin sertliğinden değil; bir insanın hayatıyla, sabrıyla, bekleyişiyle kanıtladığı gerçekliğindendi.
Kimi tekerlekli sandalyesinin frenini kapattı, kimi bastonunu yanına sessizce bıraktı, kimi çayından aldığı küçük bir yudumla nefesini dengeledi. Fakat hepsi aynı anda aynı gerçeğin farkındaydı.

“Bu ülkede söz sahibi olmak bir lütuf değil, bir haktı.”
Ve o hak, işte tam da o masada yeniden hatırlandı.

Göstermelik protokoller yoktu.
Sahneden nutuk atan kimse yoktu.
Sahnede “hayatın kendisi” vardı.

Masanın sıcaklığı, dışardaki soğuk sabahı değil; yıllardır içlerde biriken o görünmez buzlanmayı eritiyordu.
“Artık görünürüz” cümlesi, sofranın üstüne örtülen en samimi gerçeğe dönüştü.

74Ded137 485C 422B B16D 05D31554Ce37

8304E937 322F 4Cff 9Ef8 9C94511C0E25

Ve yalnız değillerdi. Yanlarında duymaya, görmeye, eşlik etmeye gelen güçlü isimler vardı: CHP Aile ve Sosyal Hizmetlerden Sorumlu Gölge Bakanı Aylin Nazlıaka Türkiye Körler Federasyonu Başkanı Av. Hasan Tatar Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Başkan Vekili ve Ankara Kent Konseyi Engelli Meclisi Başkanı Yıldıray Çınar CHP Parti Meclisi Üyesi Baran Seyhan Çoban Ateşi Platformu’nun bilinen yüzleri Cemal Kaman ve Müslüm Cankurtaran Ama o gün asıl önemli olan, gelenlerin unvanları değil; getirdikleri görme, duyma, hissetme iradesiydi. Konuşmalar bir nutuk değildi. Bir kürsü zorunluluğu yoktu; çünkü herkes kendi hayatının kürsüsünde zaten yıllardır dimdik durmaya çalışıyordu. Her kelime, “Erişilebilirlik bir lüks değil, günlük mücadelenin tam göbeğidir” gerçeğinin altını çiziyordu. Her nefes, “Temsil hakkı bizim için bir istek değil, hayatta kalma şartıdır” diyordu. Eşitlik… Bu kelime, ilk kez ağızlardan değil, kalplerin içinden konuşuyordu. Vaadeden çok eylem sözü vardı; duyulmaktan çok “yanında durulma” sözü vardı.

Bir kadının yüzündeki çizgiler, o gün birden bire yaşlılık belirtisi değil; yaşanmışlığın destanı gibi ışıldadı. Bir gencin gözlerinde, yıllardır bir türlü duyulmayan bir cümlenin gölgesi titreşti.

“Bu kez gerçekten bizi duyuyorlar.”

O anlar, duygudan çok daha fazlasıydı. O anlar, derneğin omurgasına çakılan ilk sağlam çivilerdi. Bu çiviler, bir yapıyı ayakta tutan değil; bir topluluğun kalbini eğilip bükülmez hale getiren çivilerdendi.

Ve Çoban Ateşi…

Yalnızca bir platform adı değil; o gün masanın üzerinde sessizce duran bir el gibiydi. Yıllardır tabandan örgütlenen, dayanışmayı lüks değil sorumluluk bilen, Cumhuriyet’in sade ama en güçlü değerleriyle yoğrulan bu yapı, orada sadece “destekçi” olarak bulunmadı. Görünürlüğe nefes, mücadeleye ritim, dirence omuz oldu. Kapılar açılacaksa elini kapının koluna koymayı, ses büyüyecekse nefes olmayı, yol yürünecekse eşlik etmeyi taahhüt etti. Çoban Ateşi’nin varlığı, o sabah derneğin yalnızlığını örten görünmez bir kalkan gibiydi.

Bir adımın karşısına başka bir adım koydu, bir umudun karşısına kıvılcımını bıraktı. Ve o kıvılcım büyüdü. Herkesin yüreğinde aynı yankıya dönüştü.
“Biz sadece var değiliz. Biz görünürüz, güçlü dururuz, birlikte yürürüz.”, “Engelsiz Birlik artık adı değil, ruhu olan bir birliktir.”

423A3Ce5 6Ff5 487B 9Ebb 18D99C634D11

Ve biri vardı ki konuşmadan konuşturdu. İşaret dili tercümanı Başak Yaradılmış, gün boyunca oradaydı. Sözcükleri ellerine, duyguları hareketlerine çevirdi. Onun işaretleri yalnızca çeviri değil; anlaşılmanın, fark edilmenin ve değer görmenin somut hayaliydi. Bir soru yöneltildiğinde gözlerindeki buğu, ellerindeki harekete karıştı. Bütün salon sustu. Dinledi. Anladı. Başak’ın elleri, kalpten kalbe uzanan bir köprü gibiydi; görünür olmanın gerçek tanımıydı. Bu nedenle, onun hikayesi bu buluşmanın insan yüzüydü. Derneğin neden “engelsiz birlik” dediğinin canlı ispatıydı.

Birlikten doğan söz, sabahın sessizliğini delen tek bir duygu yükseldi.
“Bu kapı bir dernek kapısından öte, eşitliğe ve dayanışmaya açılan bir umut eşiğidir.”
Bu söz, sadece bir temenni değil; o masadaki herkesin omzunda taşıdığı sorumluluğun ortak ifadesiydi. Çünkü bu söz bir kişinin değil, ortak bir adımın, ortak bir nefesin, yıllardır içte saklanan bir direncin yankısıydı.

Kahvaltıdan sonra, adeta güneş de onlarla birlikte açılışa yürüdü. Sanki o sabah hava bile daha ferah, yollar daha geniş, umut daha somut görünüyordu. Derneğin kapısına yaklaşıldığında kalabalığın içindeki heyecan, sessizce birbirine bulaştı. Kimse yüksek sesle söylemiyordu ama herkesin kalbinden aynı cümle geçiyordu.

“Bugün bir yer açılmıyor… Bugün bir kapı açılıyor.”
Ve o kapı, yıllardır görünmez duvarlarla boğuşan binlerce insanın adına açılıyordu. Kalabalık, coşkusunu abartısız ama dopdolu bir şekilde taşıyordu. Hepsi, tam o anda, açılan bu kapının kendi hayatlarına dokunacağını biliyordu.

Açılış töreninde edilen dilekler, sıradan bir protokol konuşmasından çok uzaktı. Her cümlede gözle görülmeyen bir sızı, her cümlenin sonunda ise o sızıyı sarıp kapatan bir umut vardı.

5E8644A8 Fe56 4848 B30A 7B9527A8D172

A90D48Ea Dfdd 468A 92F4 03F7C228129C

İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt’un salondaki varlığı ise güçlü bir dayanışma mesajı gibiydi; yüzündeki ciddiyet ve omuzlarındaki sorumluluk, “Bu mücadelede yanınızdayım” sözünü kelimelere ihtiyaç duymadan anlatıyordu.

Muğla milletvekili Cumhur Uzun konuşurken sesindeki kararlılık, yalnız bir vaadin değil, bir sorumluluğun ağırlığını taşıyordu.
Fethiye belediye başkanı Alim Karaca “Yanınızdayız” derken, o kelime bu kez kalabalığın kulağında değil, kalbinde yankılandı.
Dernek Başkanı Seçil Yegek’in gözlerindeki yorgunlukla karışık minnet, hüzün değil; direnç çağrısıydı.

Aydoğan Aslanca konuştuğunda, kalabalık içe doğru bir nefes aldı; çünkü onun cümlelerinde saklı olan acı da umut da herkesindi. Erdem Çapanoğlu’nun yüzündeki sakin gülümseme, “Bu yolun başındayız ama birlikteyiz” diyen görünmez bir işaretti.

Tulgay Hazar’ın gözlerinde, örgütlü bir mücadelenin gölgesi vardı; güçlü, dik ve kararlı. Hürdoğan Aydoğdu’nun varlığı ise “birlik güç verir” sözünü sessizce doğrulayan, güven veren bir omuzdu.

1Fa0B621 0Aa7 43Cb 850C Cf77Ef22E80B

Ve kurdelenin kesildiği o an…
Sanki kısa bir anlığına zaman durdu.

Kurdele kesildiğinde sadece bir bina açılmadı;
Yıllardır sesi duyulmayanların sesi, o makasın ucunda görünür oldu. Gözlerdeki dolgunluk bir hüzün değil; “İşte bu gün de geldi” diyen bir rahatlamaydı.

Kimi sessizce ağladı, kimisi sadece derin bir nefes aldı. Burnunun ucunda bir sızıyla gülümsedi insanlar; çünkü bu açılış, bir dernek açılışı değil, hayatın onlara ilk kez “Hoş geldiniz” dediği bir andı. Kalabalık dağıldığında bile, binanın içinde bir sıcaklık kaldı. O sıcaklık, duvarlara sinmiş bir söz gibiydi.
“Burada kimse yalnız yürümeyecek.”

Ve açılan bu kapı, sadece bugün için değil; yarın için, yarından ötesi için, daha eşit bir yaşamın mümkün olduğuna inanan herkes için aralıksız açık kalacaktı.

SONSÖZ

O gün yaşananlar bir açılıştan fazlasıydı.
Bu, yeni kurulan bir derneğin “biz buradayız” diye attığı ilk güçlü adımdı. Çoban Ateşi yanında durdu, el verdi, sesi çoğalttı. Yükselen çay kokusu, gülüşlerin uğultusu, sözcüklerin titreyen anlamı…
Hepsi bir toplumun vicdanına yazılan yeni bir sayfanın ilk satırları oldu.

Başak’ın elleri sayesinde daha çok insan duyuldu. Katılımcıların birlik mesajı sayesinde yollar kısaldı, engeller inceldi.

Ve o gün şu çok net görüldü. Değişim büyük salonlarda değil, bir kahvaltı sofrasının etrafında başlar. Sokaklarda, komşulukta, omuz omuza durduğumuz yerde başlar.

Engelsiz Yaşamı Destekliyoruz Derneği, bundan sonra:
✔️ Erişilebilirlik için mücadele edecek,
✔️ Temsil hakkını güçlendirecek,
✔️ Engelleri hem fiziki hem zihinsel olarak kaldırmak için sahaya inecek,
✔️ Her bireyin görünür olduğu bir toplumsal yapı kurmak için çalışacak.

Ve Çoban Ateşi, bu yolculukta onların yanında yanacak. Kimi zaman bir ışık, kimi zaman bir omuz, kimi zaman bir nefes olarak.

El ele… Omuz omuza…
Engelsiz yarınlara.

29Dc9476 6C30 4562 94B1 84Ed4E5Ae5B4

Bugün; gücün, mücadelenin ve umudun günü…
Gerçek engel; bedende değil, kalplerdeki duyarsızlıktadır.

Engelli bireyler; yaşamın sessiz kahramanlarıdır.
Bir adım, bir dokunuş, bir anlayış dünyayı değiştirir.

Herkes için eşit, adil ve engelsiz bir yaşam dileğiyle…
3 Aralık Dünya Engelliler Günü kutlu olsun.