Ölümsüzlüğün Nabzı
Bazı bedenler toprağa karışmaz; bazı kalpler küllerinden bile nefes alır. Atatürk, bir isimden çok daha fazlasıdır; bir ulusun ruhunda yaşar.
İnsan ömrünün sınırlarını aşan, geçmişten geleceğe uzanan damarlarında hayat taşıyan bir ışık… Her nefesimizde, her adımımızda, her umut dolu bakışımızda hala bizlerle birlikte atan bir yürektir o.
Yıllar geçer, takvim yaprakları solar, anılar bile yıpranır… Ama o, her sabah doğan ışığın içinde yeniden can bulur. Çünkü o, bir fotoğrafın içine sıkışmış bir hatıra değil; nefes aldığımız havada, yürüdüğümüz yollarda, konuştuğumuz dilde; çocukların kahkahasında, kadınların dirayetinde, gençlerin umut dolu adımlarında yaşamaya devam eder.
O’nun ölümü bir son değildir; bir devrin kapanışı değil, bir varlığın halka dönüşmesidir.
Atatürk artık bir bedende değil, bizim düşüncelerimizde yaşamaktadır.
Bir ulusun bedeninde dolaşan yaşam, vizyonun ışığıyla yön bulur. Atatürk bir göz gibidir; yalnızca görmek değil, görmenin ötesini öğretir. Karanlığı yaran bir bakış, umudu gören bir görüş…
Bugün bir çocuğun hayalinde, bir kadının direncinde, bir gencin umudunda o gözün ışığı vardır. Her yeni gün, o bakışla doğar. Bir millet, gözünü kapatmadıkça ölmez; çünkü o bakış hala içimizde yanar.
Atatürk’ün kulağı, halkın sesine çevrili bir vicdandır. Köyde sabah ezanını, fabrikada çekiç sesini, okulda bir çocuğun kahkahasını duyar. Bir milletin sesidir o; susturulamaz, unutulmaz. Bugün bir öğretmen “Çocuklar!” diye seslendiğinde, bir kadın meydanda “Eşitlik!” diye haykırdığında, o ses geçmişten bugüne yankılanır: Atatürk’ün kulağı hala bu milletin kalbinde çınlar.
Bir ulusun beyni, Atatürk’le yeniden şekillendi.
Eğitimde, bilimde, sanatta… Her fikir, onun aklının yankısıdır. Her okul sırası bir fikir yuvasıdır; her laboratuvar aklın nefes aldığı yerdir. Bir genç yeni bir proje üretirken, bir kadın hakkını savunurken, bir çocuk “Neden?” diye sorduğunda, o akıl yeniden canlanır.
Çünkü Atatürk’ün düşüncesi artık tek bir kafada değil; milyonlarca beyinde atıyor.
Atatürk’ün kalbi yalnızca kan değil, cesaret pompalar. Bir asker sınırda nöbet tutarken,
bir doktor hastasını iyileştirmek için sabahlarken, bir anne “Doğruluktan şaşma” derken, işte o kalp hala atıyor. Ölümsüzlük, bir kalbin milyonlarca kalpte yaşamaya devam etmesidir.
Atatürk’ün ciğerleri, bu milletin aldığı ilk özgür nefestir. Her “Cumhuriyet” deyişi, o nefesin yankısıdır.
Kadınların eşitlik için, gençlerin umut için, işçilerin adalet için aldığı her soluk,
O’nun nefesidir. Ve o nefes hiç bitmez; çünkü özgürlük, insanın yaşama refleksidir.
Biz yaşadıkça, o nefes alınır.
Biz konuştukça, o nefes duyulur.
Atatürk’ün elleri, tarlaya tohum eken köylünün,
tahtaya “Cumhuriyet” yazan öğretmenin,
bir fabrikanın gürültüsünde ter döken işçinin elleridir. Üreten, kuran, onaran eller… Bir ülke, ellerini kaybettiğinde değil; üretme gücünü unuttuğunda yıkılır.
Ama bizde o güç var.
Çünkü o eller, bizde yaşıyor.
O’nun adımları Anadolu yollarında kalmadı.
Her 10 Kasım’da o yürüyüş yeniden başlar. Kimi okul yolunda, kimi fabrikada, kimi sessizce kalbinde yürür. Çünkü biz yürüdükçe o yürüyüş sürer. Her adım, bağımsızlığa bir selamdır. O’nun yürüyüşü, milletin sonsuz maratonudur.
Her yara bir savaşın, her çizgi bir öğretinin izidir. Bir çocuğun alnındaki umut, bir yaşlının elindeki nasır, bir kadının gözündeki kararlılık…
Hepsi o cildin hücreleridir. Zaman geçer, yıllar silinir; ama o izler kalır. Çünkü unutan değil, iz taşıyan bir milletiz biz.
Sonsuz Kasım, Atatürk yalnızca bir insan değildi; o, bir ruhun, bir canın ete kemiğe bürünmüş haliydi. Ve o candan, o ruhtan bir parça artık hepimizin içinde atıyor, nefes alıyor, yaşıyor. Gözlerimizde bakışı, yüreğimizde cesareti, ellerimizde emeği, adımlarımızda yürüyüşü var. O artık mezarda değil; bizde, her düşüncemizde, her sözümüzde, her çocuğun gülüşünde, her “Yaşasın Cumhuriyet” dediğimizde yeniden doğuyor. Her nefeste çoğalıyor, her solukta yanımızda. Atatürk’ü kaybetmedik; O, biz olduk, bizde yaşıyor.
Bizim gözlerimiz onun bakışıyla görür, kulaklarımız onun sesiyle duyar, kalbimiz onun ritmiyle atar, ellerimiz onun iradesiyle üretir,
bacaklarımız onun yürüyüşünü tamamlar. İnsanoğlu tükenmeyecek; o halde o da tükenmeyecek. Çünkü damarlarımızda onun kanı, kalplerimizde onun sevgisi, aklımızda onun fikirleri akıyor.
10 Kasım bir son değil; sonsuz bir devr-i daimdir.
Zaman geçer, bedenler değişir… Ama o beden, o yüce varlık hala bizim içimizde nefes alıyor. Kalbimizde atıyor, sesimizde yankılanıyor, adımlarımızda yürüyor. Çünkü Atatürk artık bir bedende değil bizim yüreğimizde, bizim nefesimizde yaşıyor.
Her göz kırpışımızda, her derin nefes alışımızda, her çocuk gülüşünde, her “Yaşasın Cumhuriyet” deyişinde o vardır. Ve bu yüzden hiçbir ölüm bu kadar ölümsüz olmamıştır. Çünkü biz var oldukça, O da var olacaktır. İlelebet.
SONSÖZ “O Beden Biz Olduk”
Bir zamanlar bir beden vardı; milleti için yürüyen, düşünen, duyan, üreten bir beden.
Şimdi o beden biziz. O’nun gözleriyle görüyor, O’nun kulaklarıyla duyuyor, O’nun kalbiyle hissediyoruz.
Artık Atatürk tek bir insanda değil, bir ulusun bütün hücrelerinde yaşıyor. Toprağın altında değil; toprağı vatan yapan yüreklerde, alın terinde, çocuk gülüşünde, ve her sabah doğan güneşin alnında parlayan ışıkta.
Bir gün daha eksilmiyor ondan, çünkü her nefeste çoğalıyor. Ve biz yaşadıkça, O ölümü çoktan yenmiş bir hayat olarak var olmaya devam edecek.
İlelebet.