“Anadolu’nun kıvılcımlarından ilham alan bir platform, İnsan Hakları Bildirgesi’ni yüksek sesle okudu; küçük ateşler, büyük bir uyanışı çağırdı. Bugün yakılan her kıvılcım yarına bir emanettir.”
Anadolu’nun kadim dağlarında bir zamanlar çobanlar sürülerini korumak için küçücük ateşler yakardı. Odunun çıtırtısı, tüten dumanın kokusu ve rüzgarda titreyen ışığın sakin dili… Soğuğu kıran o ufacık parıltılar zamanla bir geleneğin, bir direnme ruhunun adı oldu. Gece çöktüğünde bir tepede bir ateş yanardı, biraz ötede bir başkası; küçük ışıklar birleşir, dağları umutla örerdi.
Anadolu bilir…
“Karanlık ne kadar koyu olursa olsun, bir çoban ateşi bütün kaderi değiştirebilir.”
Ve o ateş yeniden yanıyor; bu kez dağ başlarında değil, bir platformun isminde… Çoban Ateşi Platformu. CHP çatısı altında örgütlenen bu platform, umudu diri tutmak için bir araya gelmiş gönüllülerin yaktığı kıvılcımlardan oluşuyor. Tek tek küçük görünebilirler, ama birlikte bir milletin vicdanını aydınlatacak kadar güçlüler.
10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde platformun gönüllüleri, dünyanın ortak vicdan metni olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni sırayla, titreyen ama kararlı seslerle okudular. Salonun içinde yalnızca kelimeler değil, bu toprakların geçmişinden bugüne taşınan yaralar da yankılandı. Her madde okundukça karanlığın biraz daha geri çekildiğini hissettik.
Bir hak metni bazen sadece satırlardan ibaret değildir; bir milletin hafızasında yıllardır taşınan acıların, umutların ve direncin özeti olur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de işte böyledir. Her madde yalnızca hukuk diliyle değil; bir çocuğun güvenle büyüme hakkını, bir kadının özgürce yaşama umudunu, bir insanın onurla var olma mücadelesini anlatır. Kağıt üzerinde duran kelimeler, bir toplumun kara kışında yakılmış küçük bir ateş gibi hem ısıtır hem yol gösterir. Bu yüzden bildirge okunurken aslında insanlar bir metni değil, insanlığın yüzyıllardır süren “eşitlik” ve “onur” arayışını dinler.
Bildirgeyi okuyanlar:
Cemal Kaman, Gülten Aspir, Ayla Şahsuvaroğlu, Meliha Ünlü, Umut Boztaş, Emine Salman, Oya Koyuncu, Birsen Gülcan, Adil Topaloğlu, Betül Baştuğ, Züleyha Narin, Yaşar Sezgin.
Bildirge, CHP Ankara İl Binası’nın salonunda okundu. Yalnızca bir metni seslendirmediler; her isim, her ses, bildirgenin her cümlesini salonun içini ısıtan görünmez bir alev haline getirdi.
Ve…
Çoban Ateşi Platformu Başkanı Sayın Cemal Kaman, salonda tek bir kelime etmeden bile umut taşıyabilen insanlardandı; sakinliği kararlılığın, tebessümü birleştirici bir sıcaklığın işaretiydi. Gözlerinde yanan o derin kor, yıllardır içinde büyüttüğü “birlik” arzusunun sessiz tanığıydı. Farklı renkleri aynı ateşin etrafında toplamaya çalışan bir lider gibi, herkesin elini, sesini, yüreğini aynı ışığa çağıran bir duruşu vardı. Konuştuğunda salon değil, kalpler ısındı; çünkü onun cümleleri bir bildiriden çok, insanlığın unuttuğu vicdanı hatırlatan bir nefes gibiydi. O an orada bulunan herkes, küçük bir kıvılcımın nasıl bir ülkenin karanlığına meydan okuyabileceğini gördü; çünkü o ateşin en güçlü alevi Cemal Kaman’ın yüreğinde yanıyordu.
Tam o sırada salona, Ankara İl Başkanı Sayın Dr. Ümit Erkol girdi. İçeri adım attığı andaki sakin ama güven veren varlığı, havayı anında değiştirdi. Gülümsemesi, soğuk bir kış gününde ansızın yüzünüze vuran güneş gibiydi; önce şaşırtan, sonra ısıtan bir sıcaklık. Makamdan değil insandan doğan bir yakınlıkla herkesle tek tek göz teması kurdu; tokalaştı, hal hatır sordu. Onu görenlerin yüzünde istemsiz bir yumuşama belirdi. Sanki salona bir başkan değil de, yüreğini ortaya koymaktan çekinmeyen bir dost girmişti. Dr. Erkol’un o içten gülümsemesi, bildirgenin ruhuna eşlik eden ikinci bir ateş gibi salonu aydınlattı.

Ateş önce bulunduğu yeri ısıtır. Asıl ışığını ise bir araya gelen yüreklerle büyütür.
İnsan hakları da, adalet de, demokrasi de işte böyle, önce ürperen bir yürekte yanar.
Bazı maddeler okunurken salonun içinde bir sessizlik çöktü…
“Her insan özgür doğar…”,
“Hiç kimse işkenceye tabi tutulamaz…”,
“Yasa önünde herkes eşittir…”
Bu sözler kağıt üzerindeki hükümlerin ötesinde, yüzyılların acısıyla harmanlanmış bir çağrı gibiydi. O an orada bulunanlar, Anadolu’nun eski zamanlarından bugüne gelen sessiz direnişi hatırlattı; hak için, onur için, insanlık için bir araya gelme direnci.
Çoban Ateşi Platformu bir kez daha gösterdi ki:
Küçük bir ateş yakarsın, yanar önce bir yürek, sonra bir başka yüreğe ışık düşer ve en sonunda, karanlığın karşısında kocaman bir ülke aydınlanır. Bu topraklarda karanlık ne kadar ağır olursa olsun, umut bir yerlerde titreyen ateşini korur. O ateşi koruyanlar işte bu gönüllülerdir. Sesi küçük, yüreği büyük olanlar.
Çoban ateşleri yalnızca dağları aydınlatmaz; insanın en karanlık anına da el uzanır. Bir metnin yüksek perdeden okunması, kağıt üzerindeki harflerin alev alması gibidir. Harfler ısınır, cümleler nefes bulur, bir yürek diğerine ışık verir. Salonu dolduran sesler, insan onuruna, eşitliğe ve dokunulmazlığa dair inancı yeniden alevlendirdi.
Küçük bir kıvılcım yalnızca bir an parıldar; ama başkalarının ellerinde, başkalarının yüreklerinde tutununca bir yolu, bir tarihi, bir kaderi değiştirebilir. Okunan her madde, geleceğe bırakılmış bir emanettir. Emaneti koruyacak olan sadece kanunlar değildir; üşüyeni gören vicdanlar, el uzatan insanlar, adaleti talep eden seslerdir.
“Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.”
Ve ne zaman biri hak ve onur için bir mum yaksa, aslında bütün ülkenin karanlığına karşı bir umut yakar. Dünyada görmek istediğiniz değişim olun; önce bir kişi yanmalı, sonra başkaları o ateş bütün dağlara yayılmalı.
SONSÖZ
Gidin.
O küçük ateşleri hatırlayın.
Koruyun.
Tarih, bugün burada yanan sesleri yazarken bizi utançla değil, gururla hatırlayacaktır.