Coğrafyadan önce attığın oy kaderindir.
Kimi insanlar dünyaya gözlerini açtığında güneş çoktan onların penceresine konmuştur.
Kimileri ise daha ilk nefeste gölgeyle tanışır… Bir sokak, bir şehir, bir memleket…
İnsanlar çoğu zaman buna “kader” der. Sanki doğduğumuz toprak, alın yazımızın mühürüymüş gibi.
Oysa hayatın derin ama sert bir gerçeği vardır.
Kader, bir başlangıç noktası olabilir. Ama bir memleketin geleceği, dağların ardında değil, bir zarfın içindeki cesarette saklıdır.
Söz gelimi…
Kuzey Kore ve Güney Kore…
Aynı tarih, aynı kök, aynı yüzler. Ama biri karanlığın ağır nefesini sayarken, diğeri gökyüzüne antenler uzatıp dünyaya bağlanıyor.
Bu uçurumu doğuştan yazılmış bir kader mi çizdi?
Hayır. Toplumların yaptığı tercihler çizdi.
Ve insan iki ülkeye bakınca şunu anlıyor ki… Sonuçları belirleyen kader değil, verilen kararlardır. Tam da bu yüzden insanın içine ince bir sızı çöker.
“Demek ki kader, doğduğun yerde değil, verdiğin oyda gizli.”
Çünkü oy dediğin, basit bir işaret değildir.
Kimi zaman yıllarca susturulan bir sesin, karanlıktan çıkıp ilk kez nefes alışıdır.
Kimi zaman bir annenin, evladının yarınını açlıktan, korkudan, belirsizlikten koruma çabasıdır.
Kimi zaman bir babanın, eve dönerken cebindeki umudu kaybetmemek için taşıdığı son direniştir.
Kimi zaman bir gencin, “Ben bu ülkede kalmak istiyorum” diyerek kurduğu hırpalanmış ama inatçı hayaldir.
Ve kimi zaman bir toplumun göğsünde biriken öfkenin, hayal kırıklığının, tükenmişliğin bir anda “Artık yeter!” diye yükselen çığlığıdır.
Oy, bazen bir insanın yıllarca içine attığı bir düğümün çözülüşüdür.
Bazen bir evin, bir mahallenin, bir şehrin yeniden nefes almasıdır.
Bazen de hiç kimsenin görmediğini sandığın o küçük umudun, “Ben hala buradayım” diye ışıldayışıdır.
Kader, sandığa giden o yorgun ama kararlı adımlardır.
Bir memleket, tek bir yanlış tercihle yıllarca nefes alamayabilir.
Bir başka memleket, tek bir cesur kararla kapılarını dünyaya açabilir.
Ve bütün bu dönüşümün başladığı yer, doğduğun ev değil, karar verdiğin andır.
Kader bahane olabilir. Ama geleceği belirleyen, her zaman tercihlerdir.
Sınırlar insanları ayırır, tercihler ise onları özgürleştirir.
O yüzden oy vermek, bir kağıda mühür basmak değildir.
Bir memleketin karanlığa mı yoksa ışığa mı yürüyeceğine kararlı, görkemli bir yön vermektir.
Çocukların geleceğine, bir ailenin huzuruna, sokaktaki insanların nefesine sahip çıkmaktır.
Hatta bazen, en yorgun insanların bile “Ben hala varım” deyişidir.
Kader sandığa gitmektir.
Kader rastlantı değildir.
Kader oy kullanmaktır.
Kader sorumluluktur.
Kader kararlılıktır.
Kader cesarettir.
Kader, “Ben bu vatanın geleceğinde varım” diyebilmektir.
Bugün bir oy verirsin, yarın bir memleketin yönü değişir.
Bugün bir mühür basarsın, yarın bir toplumun geleceği nefes alır.
Ve insan bir an durur…
Sanki zamanın kalbi susar.
İşte o anda ağırlığı hissedersin.
“Demek ki kader gerçekten benim elimdeymiş.”
Çünkü bir ülkenin kaderi, aslında insanların kalbinde başlar.
Coğrafya bize bir kapı kapatabilir, ama gelecek o küçücük pusulada yeniden açılır.
Doğduğumuz ev nasiptir, yazacağımız gelecek ise iradedir.
Sınırlar, tel örgüler, dağlar…
Bunlar sadece yerimizi belirler.
Ama bir ülkenin karanlığa mı yoksa ışığa mı yöneleceğini belirleyen şey, sessizce ve kararlılıkla zarfın içine bırakılan o tercihtir.
Evet… Doğduğun yer bir başlangıçtır.
Ama kader, o zarfa sığan cesarette saklıdır.
Doğduğun yer yazgı değildir.
Ama attığın oy, yarınını değiştirecek en güçlü kalemdir.
Bir memleket, insanların umudundan değil; insanların iradesinden doğar.
Kader beklemez…
Kader, gidip oy verenlerin yanında yürür.
İnsan doğduğu yeri seçemez;
ama sandığa attığı oy, geleceğine attığı imzadır.
SONSÖZ
Çünkü bazen bir ülkenin kaderi, milyonların sesinden değil, sessizce sandığa yürüyen tek bir insanın cesaretinden başlar.