Küçürek öykü okumayı çok severim. Çünkü kısa olmasına karşın içerik olarak dolu doludur. 24 Ocak 2022 günlü köşe yazımda küçürek öyküyü tanıtan bir yazı yazmıştım. Daha sonra aynı yazıyı, ilk kitabım olan “Köşede Kalmasın” adlı kitabımın 161. sayfasına almıştım. Bugünkü yazımda sizlerle Işın Tuzcular’ın “Bayan Rosa Ah...Bayan Rosa” kitabını paylaşacağım.


“BAYAN ROSA AH.... BAYAN ROSA,” Işın Tuzcular’ın Okyanusta Mürekkep (s.65-66) adlı eserinden alınmış, modern edebiyatın son dönemde popülerleşen türlerinden küçürek öykü (minimal öykü) tipinin tipik özelliklerini taşır.
Metin, az sayıda kelimeyle etkili bir anlatım sağlar. Olay örgüsü detaylı bir gelişme göstermez; kısa bir durumun veya anın yoğun bir şekilde aktarılması esastır. Rosa’nın Paskalya telaşı, davet heyecanı, maddi sıkıntısı ve geçmişe ait pişmanlıkları, sınırlı hacme sığdırılmıştır.
Hikâyede karakter (Bayan Rosa, Sema, Mualla, Arif Bey, Ether, kocası) ve olaylar (davet, Paskalya hazırlığı, kristalin hikâyesi) sadece sezdirilir; uzun tahliller veya betimlemelere yer verilmez. Okurun, Rosa’nın “görgülü, gün görmüş” biri olduğu, ancak maddi sıkıntılar yaşadığı bilgisi (“Bir kilo madlen 45 lira olmuş... Ne günlere kaldık!”) gibi detayları kendi zihninde tamamlaması beklenir.
Küçürek öyküde olay örgüsü gelişme göstermese de, genellikle bir doruk veya dönüm noktası (nakavt eden etki) ile sonlanır. Rosa’nın hayatındaki derin acıyı, bir “kurtuluş” dileğiyle (“Allahım al canımı da kurtulayım!”) banyoda sıcak su altında yığılıp kalmasıyla sonuçlanması, bu doruk noktasıdır.


Öykü, Rosa’nın yığılması ve “Bir meleğin dileği kabul edeceği tuttu” cümlesiyle biter. Bu, öykünün sonunu okuyucunun hayal gücüne ve yorumuna bırakan bir tekniktir. Rosa öldü mü, bayıldı mı, yoksa hayatın yükünden anlık bir kurtuluş mu yaşadı? Cevap, okur tarafından metindeki sembolik mesajlardan yola çıkılarak tamamlanır.
Öykünün temelinde, Bayan Rosa’nın Paskalya arifesinde yaşadığı bireysel bunalım ve iç hesaplaşma yatar.
Sema’nın davetinde Göksel Arsoy’un adının geçmesi, Rosa’yı gençlik aşkına , güzelliğine ve kibarlığına dair tatlı-acı bir geçmişe götürür. Ancak daha ağır bir yük, Arif Bey’in kristali hediye ediş hikayesinde gizlidir. Arif Bey’in “Müslüman diye vermemiştiniz” detayı, Rosa’nın içine attığı, yıllardır taşıdığı bir pişmanlık veya ailevi/toplumsal baskının bir izidir. Bu büyük acı, küçük bir baş ağrısı olarak yüzeye çıkar.
Rosa “görgülü, gün görmüş insandı, şanıyla gidecekti yemeğe”. Bu asil duruş, eşinin “Bir kilo madlen 45 lira olmuş” sözüyle ve Rosa’nın sırf o madleni alabilmek için “dip boyasına gitmeyeceğim” demeden, durumu içine atmasıyla çarpışır. Emekli maaşının gecikmesi ve pahalılık, şan ile gerçek arasındaki uçurumu derinleştirir.


Arkadaşlık ilişkileri de yıpranmıştır. Geçen sene iki arkadaşın arasına “süslü Mualla”nın laf taşıması ve onları birbirine düşürmesi , Rosa’nın davetiyeyi alırken gözlerinin dolmasıyla tezat oluşturur.
Öykü, anlatımın yoğunluğunu artırmak için sembollerden faydalanır.


Dini ve ruhani bir arınma, yeniden doğuş ve umut dönemi olan Paskalya arifesi, Rosa’nın tam tersi, bir ölüm ve çöküş anını yaşamasıyla çarpıcı bir tezat oluşturur. “Bir meleğin dileği kabul edeceği tuttu” ifadesi, Rosa’nın ölüm dileğinin kabulü anlamına gelebilecek bir ironiyi barındırır.
Arif Bey’in elinde güllerle ve çikolata dolu kristalle gelerek kız kardeşi Ether’i istemesi, hem aşkın hem de kaybedilen bir fırsatın simgesidir. Rosa, yemeğe giderken bu kristali çıkarır, yani geçmişin hem güzel anılarını hem de acı pişmanlıklarını yanında götürmeye mecbur kalır. Annesi bile “Ben o kristali severim, anısı vardır” diyerek bu sembolün önemini pekiştirir.
Kara Kedi / Süslü Mualla: Dostlukları bozan, nifak sokan figürün geleneksel olarak “kara kedi” benzetmesiyle anlatılması, öyküye yerel ve kültürel bir tat katar.
Işın Tuzcular, Bayan Rosa’nın hayatındaki dini, kültürel, maddi ve duygusal katmanları, bir “kurtuluş” mırıldanmasıyla sonlanan tek bir sahneye sığdırarak, okuyucunun zihninde tamamlanacak güçlü bir etki yaratır.