Hayatta en çok övülen şey “kendin ol” lafıdır ya… Aslında kimse bunun ne kadar zor olduğunu söylemez. Kendin olmak, herkese uyan senaryolara girmemek, kalabalıklara göre şekil almamak… Bunların hepsi kulağa çok hoş gelir ama iş pratiğe dökülünce insanı zorlayan, hatta çoğu zaman yalnız bırakan süreçlerdir.

Bazı insanlar vardır, kendi doğrularını kimseye ezdirmeden yaşarlar. Seslerini yükseltmezler, büyük laflar etmezler ama duruşları nettir. Onlar için önemli olan, günün sonunda başını yastığa koyduğunda kendini inkâr etmemiş olmaktır. Böyle insanlar dışarıdan soğuk, mesafeli ya da “kendine yeten tipler” gibi görülür. Oysa çoğunun içinde büyük bir sessizlik ve büyük bir cesaret vardır: Kimsenin versiyonuna dönüşmeden kendi halinle kalabilme cesareti…

Yalnız kalabilmek, çoğu kişinin sandığı gibi “kimseye ihtiyaç duymamak” değildir. Aksine, başkalarına yaranmak için kendinden ödün vermemeyi göze almaktır. Çünkü insan, kendine ihanet etmeye başladığı anda kalabalıklar birden anlamını yitirir. Bir bakmışsın, çok güldüğün masalarda bile için sıkılmaya başlamış. Bir bakmışsın, herkes konuşuyor ama kimse seni duymuyor. İşte o an bazı insanlar “böyle devam edemem” der ve kendi yolunu çizer.

Bu yol bazen sessizdir, bazen tenha. Ama tuhaf bir şekilde çok da huzurludur. Çünkü o yolda insan, kendisine ait adımların sesini ilk kez duyar. Yalnız kalabilen insanlar, kimseye meydan okumaz; kimseyi küçümsemez. Onların savaşı kendileriyledir. Bu yüzden güçleri gürültülü değildir; sessizdir ama sarsıcı bir ağırlığı vardır.

Bugünün dünyasında herkes görünmek, duyulmak, onaylanmak için çırpınırken; kendi halinde durabilmek başlı başına bir meziyet. Kendin olmanın bedeli bazen yalnızlıktır, doğru. Ama bu yalnızlık insanı eksiltmez; aksine sağlamlaştırır. Bir süre sonra fark edersin ki seni anlayanlar da zaten bu sağlam temelin üzerine gelir, diğerleri ise sessizce hayatından çekilir gider.

Belki de mesele, yalnız kalmak değil; yalnızlığı bir tehdit değil, bir özgürlük alanı olarak görebilmekte. Çünkü insan önce kendi sesine kulak vermeyi öğrenince gerçek ilişkiler de, gerçek bağlar da o zaman kuruluyor.

Ve günün sonunda şu soruya geliyoruz:
Kendin olmaya cesaret edersen, kalabalığı mı kaybedersin; yoksa kendini mi bulursun?