Bizim çocukluğumuzda akşam ezanı okundu mu, oyun biter, sokaklar boşalırdı. Saat yoktu, uygulama yoktu; ezan bizim zaman çizelgemizdi. O ses duyulunca hepimiz bilirdik: “Eve dönme vakti.” Evin kapısından içeri girdiğimizde güven, düzen ve aile sözü hâkimdi. Şimdi ise dünya başka bir ritimde akıyor. Akşam ezanı hâlâ var, ama çocuklarımızın kulağında çoğu zaman bildirim sesi… O gün bizi eve toplayan çağrı ezandı; bugün gençleri dünyaya bağlayan güç dijital çağ.

Bugünün çocukları ekran ışığıyla büyüyor. Parmakları hızlı, dikkatleri kısa, merakları büyük. Onlar dijital kuşak.
Dünyayı saniyeler içinde öğrenebiliyorlar ama bir şeye hâlâ ihtiyaçları var:

İlgi ve samimiyet.

Teknolojinin en büyük yan etkisi bağlılık değil, yalnızlık.
Evde tablet var, internette sınırsız bilgi var; fakat bazen sevgi eksik.

Bir öğrencim bir gün şöyle dedi:

“Hocam, beni fark ettiğiniz gün okul benim için değişti.”


Dijital kuşağa bilgi anlatmak kolaydır,
zor olan kalbine dokunmaktır.

Tek yönlü dersler yetmiyor.
Dijital kuşağı ödev değil, görev istiyor.
“Bu ne işe yarayacak?” sorusuna cevap veremiyorsak, kaybediyoruz.

Teknoloji kötü değil; yanlış kullanım kötü.
Kodlama, yapay zekâ, dijital tasarım…
Hepsi gerekli.

Ama değer bilmeyen, sorumluluk almayan bir genç yetiştirirsek;
ekran parlayacak ama gelecek karanlık kalacak.

Bugün okulların kapısı artık çift kanatlı:

Bir kanat teknoloji, diğer kanat insan.
Sadece birini açarsak yarım kalır.

Öğretmen, öğrencinin gözlerine bakıp söylediği bir kelimeyle ders başlatır:

“Merhaba…”

Çünkü dijital çağı yönetecek olan ekranlar değil;
insana dokunan eğitimdir.