“Haklardan önce aklın, kalbin, vicdanın insanlığı… Ve her gün verdiğimiz görünmez sınavlar.”

Hak, insanın doğuştan sahip olduğu dokunulamaz yetkidir.
Özgürlük ise, başkasına zarar vermeden dilediğince yaşayabilme alanıdır.

Ve bütün hakların temelinde insan olmanın onuru vardır.

İnsan dünyaya geldiği anda şu haklarla doğar:
✔️ Yaşama hakkı
✔️ Kişi dokunulmazlığı
✔️ Özgürlük ve güvenlik hakkı
✔️ Özel hayatın gizliliği
✔️ Düşünce, inanç, vicdan hürriyeti
✔️ Bilim, sanat, basın özgürlüğü
✔️ Toplantı ve ifade özgürlüğü
✔️ Mülkiyet hakkı
✔️ Hak arama özgürlüğü

Sosyal haklar, insana insanca yaşama güvencesi sunar: aile koruması, eğitim, çalışma, adil ücret, sağlık, çevre, gençlik ve sosyal güvenlik gibi alanlar hayatın temel gereksinimlerini güvence altına alır.
Siyasi haklar ise bireyin sesidir; vatandaşlık, seçme–seçilme ve dilekçe hakkı demokratik katılımı mümkün kılar.
Mahremiyet ve konut dokunulmazlığı, bireyin en temel özel alanlarını korur; izinsiz giriş, dinleme ya da gözetleme kabul edilemez.

Hepsinin üzerinde ise yaşama hakkı durur. Bütün hakların kaynağı, olağanüstü durumlarda bile korunması gereken en temel değerdir.

Devletlerin görevi bu hakları korumaktır. Bizim görevimiz ise onlara sahip çıkmak, neye sahip olduğumuzu bilmek ve unutmamaktır. Çünkü haklar yalnızca yasalarla değil, insanın içindeki adalet duygusuyla yaşar.

O halde…
Biz hakların sadece sahibi miyiz, yoksa onların taşıyıcısı mı?

Peki ya şimdi…
Eğer insan; aklıyla düşünen, kalbiyle hisseden ve vicdanıyla yön bulan varlıksa, öyleyse bugün hangi davranışlarımızla gerçekten insan olduğumuzu göstereceğiz?

İnsan haklarından söz etmeyi seviyoruz. Güçlü cümlelerle, büyük pankartlarla, kürsülerde heyecanla konuşuyoruz. Peki ya o sözlerin muhatabı olan insan yani biz gerçekten aynı ciddiyetle duruyor muyuz aynanın karşısında?

İnsan olmak doğmakla kazanılan bir unvan değildir; her gün yeniden hak edilen bir sorumluluktur. Kalbini diri tutmaktır. Vicdanını paslandırmamaktır. Elini güçten değil, merhametten yana kullanmaktır.

Bir çocuğun üşüdüğünü görüp hırkasını çıkarıp vermek; bir yaşlının adımına eşlik edip ona saygı göstermek; susuz kalan bir can için bir kap su koymak bunlar büyük nutuklar değil, ama insanlığın koşulsuz belgeleridir.

Güç bizdeyken incitmemek; hakkımız varken ezmemek; öfkemiz kolayken sabrı tercih etmek işte insanlığın basit ama sağlam imzalarıdır. Bir kelimeyi söylemeden önce karşımızdakinin kalbine değip değmeyeceğini düşünmek; bir karar öncesi vicdanla tartmak; yardım ederken karşılık beklememek, insan olmanın en net işaretleridir.

Bugün insan olduğumuzu kanıtlamak için ne yapabiliriz?
✔️ Gücün vardığında incitmemek; güçsüzken boyun eğmemek.
✔️ Haksızlık gördüğünde susmamak; sessizlik zulmün ortaklığıdır.
✔️ Kimse görmediğinde doğruyu yapmak; vicdanın tanığı kalptir.
✔️ Yardım ederken karşılık beklememek; iyilik gösteriş istemez.
✔️ Yanlışta ısrarlıysak özür dilemek; özür olgunluğun işaretidir.
✔️ Birinin onuruna dokunacak sözü söylemeden önce üç kez düşünmek.
✔️ Özgürlüğü sadece kendimize hak bilmemek; başkasının alanını gözetmek.
✔️ Yargılamadan önce anlamaya çalışmak; merhamet önce dinlemektir.
✔️ Söz verildiyse tutmak; güven insanlığın yapıtaşıdır.
✔️ Kırmadan uyarmak; hakikat doğru iletildiğinde kalbe ulaşır.
✔️ Gülüşü solmuş birine tebessüm etmek; küçük bir jest bir hayatı değiştirebilir.

Ama ne yazık ki çoğu zaman eksik kalan yer burasıdır. Kağıtlara yazdığımız hakları ezberlerken, kalbimize yazmamız gereken insanlığı unutuyoruz. Bir çocuğun gözyaşına bakıp geçiyoruz; bir haksızlığa sessiz kalıyoruz; birinin onurunu incitiyoruz sonra adalet istiyoruz. Önce kaybettiğimiz şeyi, kendi içimizdeki insanı, geri getirmenin yolunu aramalıyız.

İnsan olmanın hakları vardır; basit ama yaslanması zor sütunlar:
✔️ İnsan gibi yaşama hakkı
✔️ Onuruna dokunulmama hakkı
✔️ Özgürlüğü hissetme hakkı
✔️ Sevilme, korunma, anlaşılma hakkı
✔️ İncinmeden var olma hakkı

Bu hakları okumak kolaydır; yaşatmak zordur. Çünkü haklar, kağıtta değil kalplerde direndiğinde güç kazanır. Bir toplumda başkasının acısına duyarsızlık kolaysa, o toplumun hakları da sözde kalır. Vicdanı körelmiş diller adalet söyleyemez; gözünü kapamış zihinler eşitlikten söz edemez. İnsanlığı olmayan bir kalbin adalet dağıtması mümkün değildir.

İnsan olmayı beceremeden insan haklarını savunamayız. Sloganlarla, bildirilerle, yasa metinleriyle hak talep eden ama bir insanın onurunu çiğneyen bir toplum kendi kendisine çelişir. Hak, önce insanın içinde yeşermeli, sonra dışarıya dayanmalı.

İnsan olmak bazen bir selam; bazen bir tebessüm; bazen bir “iyi ki varsın” demeye vesile olmaktır. İnsan, kimse görmediğinde doğruyu yapan, kimse duymadığında iyiliği fısıldayan kişidir. Kendi karanlığıyla mücadele edip başkasının yoluna ışık koyabildiği yerde gerçek olur.

İnsanlığını kaybetmiş hiçbir hak onu kurtaramaz. Ne anayasa, ne beyanname, ne mahkeme kararı insanın kalbinde merhamet yoksa hiçbir kural o boşluğu dolduramaz. Bu yüzden önce insan olduğumuzu hatırlamalıyız. Çünkü hak dediğimiz şey, insan olduğumuzda gerçek bir anlam kazanır.

Hakları savunmanın yolu, önce kalbimizin içindeki adaleti uyandırmaktan geçer. Başkasının acısını gör; onun onurunu kutsal bil; özgürlüğü sadece kendine değil her insana layık gör. Çünkü insan olmanın gerçek ölçüsü, büyük sözlerde değil, küçük ama samimi davranışlarda saklıdır.

SONSÖZ
Haklarımızı yüksek sesle savunmadan önce, suskunluğumuzda boğduğumuz insanlığı duyup ona sahip çıkalım.
Çünkü insanlıktan yoksun hakların hiç değeri yoktur.

“10 Aralık İnsan Hakları Günü kutlu olsun.
Hakların değerini, insanlığın sesini ve vicdanın gücünü her gün hatırlayan bir dünya dileğiyle…”