Bazı tarihler üşür, Acının donduğu yerlerde…

Sarıkamış’ı anlatırken çoğu zaman haritalara bakıyoruz.
Oklar çiziliyor, planlar konuşuluyor, cepheler tarif ediliyor.
Oysa orada asıl kaybolan, bir parça toprak değil; insandı.
Tarih bazen zaferleri yazar; bazen de kelimelerin bile üşüdüğü yenilgileri.

Takvimler 22 Aralık 1914’ü gösterdiğinde, Anadolu’nun doğusunda bir ordu yürüyüşe geçti.
Ne zafer naraları vardı, ne de geri dönüş planları.
Önlerinde düşmandan önce dağlar, arkalarında ise geri dönülmez bir kader duruyordu.

Bu yürüyüş, düşmana doğru değil; kışın kalbine doğruydu.

Amaç netti.
Rus Kafkas Ordusu kuşatılacak, Sarıkamış ele geçirilecek, Kars’a giden demiryolu kontrol altına alınacaktı.
Kağıt üzerindeki plan cesurdu.
Gerçek hayattaki karşılığı ise acımasızdı.

Allahuekber Dağları, o günlerde yalnızca bir coğrafya değildi.
Bir sınavdı.
Eksi otuzları, eksi kırkları bulan soğuk; ince kaputlar, biten erzaklar, uzayan yürüyüşlerle birleşince asker için her adım biraz daha ağırlaştı.

Ayaklar ilerliyor, bedenler kalıyordu.

Sarıkamış’ta askerlerin büyük bölümü düşman kurşunuyla değil; soğukla, açlıkla ve yorgunlukla şehit düştü.
Birçok birlik, daha cepheyi görmeden eridi.
Savaşın ortasında değil; yolun üzerinde kaldılar.

İşte tam burada, insanın boğazında düğümlenen o soru durur:
Üstü açılınca üşümesin diye yorganını örten bir anneye, “oğlun donarak öldü” nasıl denir?
Hangi kelime taşır bunu?
Hangi dil anlatır bir annenin, evladını sıcak tutsun diye yaptığı bir hareketin, binlerce kilometre ötede bir dağın soğuğuna yenildiğini?
Sarıkamış, yalnız askerlerin değil; anaların da donduğu yerdir.

Subaylar en önde yürüdü.
Ve en önce düştü.
Çünkü geri dönmek, arkada kalanlara bakmak,
orada mümkün değildi.

Sis çöktüğünde trajedi derinleşti.
İletişim koptu, yönler kayboldu.
Aynı ordunun askerleri, birbirini düşman sanarak karşı karşıya geldi.
Kurşun, bu kez yanlış yere gitti.

Sonuç değişmedi.
Hedef ele geçirilemedi.
Ama kayıp büyüdü.
Osmanlı Ordusu’nun yaklaşık 60 bini donarak,
toplamda 70 ila 90 bin askeri bu dağlarda kaldı.
Rus Ordusu da yaklaşık 30–32 bin kayıp verdi.
Ne kazanan vardı, ne de teselli.

Sarıkamış bu yüzden sadece bir askeri yenilgi değildir.
O; yanlış zamanlamanın, aşırı iyimserliğin
ve doğaya meydan okumanın bedelidir.

Ama Sarıkamış, yalnızca şehadet değildir.
Aynı zamanda ibrettir.
Karın altında kalan bedenlerden çok, akılda kalması gereken kararlardır.

Kar örttü izlerini.
Ama hafızayı örtemedi.

Ve o dağlar hala sorar durur:
“Bu soğuğu unuttunuz mu?”

Çünkü Sarıkamış, acının bile donduğu yerdir.
Orada sesler değil, insanın içi üşür.

SONSÖZ
Sarıkamış, tarihin sustuğu yerdir.
Orada rakamlar konuşmaz, haritalar ısıtmaz.
Geriye sadece şu kalır:
Unutursan üşümezsin sanırsın; hatırlarsan bir ömür üşürsün.

Bazı tarihler üşür…
Acının donduğu yerlerde…
Sarıkamış’ta, vatan uğruna donarak şehadete yürüyen kahramanlarımızın 111. yılında, aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz.

Ruhları şad, mekanları cennet olsun.