Gösterişin değil, güvenin dili…
Yüreğe dokunur, unutturmaz kendini.
Bazen bir liderin elindeki bavul, bir milletin karakterini anlatır.
Friedrich Merz, Almanya’nın başbakanı olarak Türkiye’ye geldiğinde, kendi valizini ve bilgisayar çantasını kendi taşıdı. Yanında eşi vardı; ne arkadan dizilmiş siyah araçlar, ne siren sesleri, ne de kalabalık bir protokol… Ülkesinin askeri uçağıyla geldi, sade bir araçla karşılandı.
Ve dünya bir kez daha sordu:
“Bu görüntü bir ülkenin itibarını azaltır mı, yoksa büyütür mü?”
Bizim anlayışımızda itibar, çoğu zaman ihtişamla karıştırılır. Oysa gerçek itibar, bir milletin vicdanında bıraktığı sessiz izdir.
Parayla alınmaz ama bir davranışla kaybedilebilir. Bir liderin kendi bavulunu taşıması, güçle değil; sorumlulukla ölçülen bir anlayışın sembolüdür.
İtibar, cebinde taşıdığın unvan değil;
adın anıldığında insanların yüzünde beliren duygudur. Güvendir, tutarlılıktır, sözüyle eylemi bir olmaktır.
Almanya bugün dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri. Ama bu güç, lüks araçlarda değil; kurumsal disiplinde, halkının devletine duyduğu güvende saklı. Merz’in sade hali, işte bu anlayışın aynasıydı.
Bizde ise “itibar”, çoğu zaman görünürlükle ölçülür. Bir liderin etrafındaki konvoyun uzunluğu, korumalarının sayısı, kimi zaman bir ülkenin ağırlığından çok konuşulur. Oysa gerçek güç, sirenlerin gürültüsünde değil; halkın sessiz güvenindedir. Demir bariyerlerin ardında değil, halkın yüreğine dokunabilmektir asıl itibar. Çünkü etten örülen duvarlar korur belki, ama güven inşa etmez.
Bir yanda bavulunu kendi taşıyan bir lider;
diğer yanda, önünde uzanan konvoylar, etrafında yüzlerce koruma, ardında siren sesleriyle ilerleyen bir başka lider…
Biri sessizce “güven bana” der, diğeri yüksek sesle “gör beni” diye bağırır.
Oysa tarihin kulağı duyanı değil, güven vereni hatırlar.
Aradaki fark sadece tarz değil, anlayıştır.
Almanya’nın itibarı sade davranışlarla bile büyür; çünkü o itibar, adaletin, güvenin ve hesap verebilirliğin omuzlarında durur.
Bizim topraklarımızda ise hala “devletin gücü” gösterişle karıştırılır. Ama halk artık gösteri değil; güven istiyor. Bir ülkenin itibarı, konvoy uzunluğunda değil, sözünün ağırlığındadır.
Bir devlet, verdiği sözleri tutuyorsa, vatandaşının hakkını koruyorsa, adaletin önüne hiçbir ayrıcalık koymuyorsa, işte o devlet itibarlıdır. Tıpkı bir insan gibi adı geçtiğinde içi ısınan, sözüne güvenilen biri gibi.
İtibar bir aynadır; içine ne koyarsan, dünyaya onu yansıtırsın. O aynaya tevazu koyarsan saygı yansır, gösteriş koyarsan gürültü…
İtibar, ne bir lüks uçakta, ne bir kalabalık eskortta taşınır. Ama asıl orada yaşar, bir çocuğun gözündeki umutta, bir yurttaşın devletine duyduğu güvende, bir annenin çocuğunu geleceğe güvenle emanet edebilmesinde.
Bugün dünya çok hızlı; bir tweet, bir yanlış kelime, bir eksik açıklama yılların emeğini bir anda silebiliyor. Ama güveni yeniden kurmak sabır ister. İtibar, her sabah sessizce sulanan bir çiçektir; susuz kalırsa hemen solmaz, ama bir gün fark edilmeden kaybolur.
Gerçek güç, gösterişte değil; güvenin sessizliğinde yatar. Merz’in elinde taşıdığı o bavul, aslında bunu fısıldıyordu:
“İtibar, insan olmanın tevazusundadır.”
Şimdi kendimize bi soralım mı?
Sahi, itibar neydi?