Hayat, dışarıdan bakıldığında çoğu zaman oldukça net görünür.
Kim ne yapıyor, kim nerede duruyor, kim güçlü, kim zorlanıyor…
Oysa insanın asıl hikâyesi, çoğu zaman görünmeyen yerde, söylenmeyen cümlelerde ve bastırılan duygularda saklıdır.
Günlük hayatta karşılaştığımız pek çok zorluk (ilişkilerde tekrar eden sorunlar, içsel bir sıkışmışlık hissi, yorgunluk, kararsızlık, öfke patlamaları ya da nedeni tam olarak açıklanamayan mutsuzluklar ) bir anda ortaya çıkmaz. Bunlar, zaman içinde biriken duyguların, fark edilmeden taşınan yüklerin ve öğrenilmiş baş etme biçimlerinin doğal bir sonucudur.
İnsan çoğu zaman yaşadıklarını “sorun” olarak adlandırır.
Oysa yakından bakıldığında, bu sorunların bir kısmı geçmişte işe yaramış çözümler olabilir. Bir dönem susmak güvenli hissettirmiştir. Güçlü görünmek, kimseye ihtiyaç duymamak ya da duyguları bastırmak bir zamanlar koruyucu bir rol üstlenmiştir. Ancak zaman geçer, koşullar değişir; eski başa çıkma yolları bugünün hayatına yetmemeye başlar.
Yetişkinlikte ilişkilerde zorlanan, kendini yalnız hisseden ya da “Neden hep benzer şeyleri yaşıyorum?” diye soran pek çok kişi, aslında geçmişte öğrendiği kalıplarla bugünü anlamaya ve yönetmeye çalışıyordur. Bu fark edilmediğinde, kişi kendini tekrar eden döngülerin içinde bulur.
İç dünyamıza bakmak, her zaman kolay değildir.
Çünkü bazen en zor olan, başkalarının değil, kendi duygularımızın yükünü taşımaktır. Ancak anlamaya başladığımızda, yaşadıklarımız yalnızca “başımıza gelenler” olmaktan çıkar; bize bir şey anlatan deneyimlere dönüşür.
Bu köşede; insanın duygularına, ilişkilerine ve içsel süreçlerine yakından bakacağız.
Yargılamadan, etiketlemeden, acele çözümler sunmadan…
Bazen bir sorunu hemen düzeltmeye çalışmak yerine, onu gerçekten anlamak iyileştirici olabilir.
Çünkü değişim çoğu zaman “Neden böyleyim?” sorusuyla değil,
“Bu halim bana ne anlatıyor?” sorusuyla başlar.
İnsanın içinden bakmaya buradan devam edelim.