Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’nun dört bir yanında yorgunluk, yoksulluk ve eğitimsizlik hâkimdi. Köyler harap durumda, tarlalar bakımsız, çocuklar ise okulsuzdu. Oysa ülkenin geleceği köylerdeydi. Bu tablo karşısında, 1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri, toprağın bereketine, emeğin gücüne ve bilginin ışığına yaslanan bir eğitim projesi olarak hayata geçti.

Köy Enstitüleri yalnızca birer okul değildi; yaşamın merkezinde yer alan kurumlar olarak dikkat çekti. Eğitim programı yarı teorik, yarı uygulamalı derslerden oluşuyordu. Türkçe, matematik, tarih, coğrafya gibi kültür derslerinin yanı sıra tarım, marangozluk, demircilik, sağlık bilgisi ve hayvancılık gibi üretime dönük dersler de veriliyordu. Öğrenciler bazen kalem tutar, bazen çekiç kullanır, bazen de fidan dikmek için kürek kaldırırlardı.

Her öğrenci mutlaka bir müzik aleti çalmayı öğrenirdi. Tarlalarda çalışırken türkü söyler, atölyelerde üretim yaparken sanatla iç içe olurlardı. Böylece eğitim, yalnızca bireysel gelişimi değil, köyün geleceğini de şekillendiren bir süreç haline gelirdi.

Enstitülerin dikkat çekici özelliklerinden biri, öğrencilerin kendi okullarını inşa etmesiydi. Çadırlarla başlanan süreç, taş taş üstüne konarak okul binalarına dönüşürdü. Öğrencilerin emeğiyle köprüler, yollar ve su arkları da yapıldı. Böylece Anadolu’da bilgi ile emek buluştu.

Bu kurumlardan mezun olanlar yalnızca öğretmen değil; köylünün tarım danışmanı, sağlık bilgisi veren rehberi, kültürel önderi ve sanatla buluşturan yol arkadaşı oldular. Köylere umut taşıyan bu gençler, toplumsal değişimde öncü rol üstlendiler.

Ancak bu deneyim uzun ömürlü olmadı. 1950’lerden itibaren, Köy Enstitülerinin özgürlükçü ve üretime dayalı yapısı farklı tartışmaların odağına yerleşti. Sürecin sonunda enstitüler kapatıldı. Buna rağmen bıraktıkları miras, kapanan kapıların ötesinde bir etki yarattı.

Bugün Köy Enstitüleri hâlâ bir “özlem” ve “ders” olarak anılmaktadır. Bu kurumlar, eğitimin yalnızca sınıf içinde değil; toprakla, sanatla ve emekle birleştiğinde gerçek bir dönüşüm sağlayabileceğini gösterdi.

Köy Enstitüleri kısa süreli bir deneyim olarak sona erse de, Anadolu’nun hafızasında kalıcı bir iz bıraktı. O iz, hâlâ şu mesajı hatırlatıyor:

“Eğitim sadece öğrenmek için değil, yaşamak ve yaşatmak içindir.”

Bugün de ülkemizin ihtiyacı, bireysel değil toplum adına üretken projeler geliştirmektir. Topraklarımız, bizlerin emeğiyle yeniden canlanmayı beklemektedir. Toplumsal refahın sürdürülebilirliği, ancak eğitim-öğretim süreçlerinin verimli olmasıyla mümkündür.

Yeni eğitim-öğretim yılı vesilesiyle tüm öğretmenlerimize ve öğrencilerimize başarılar diliyorum. Dilerim ki bu dönemde öğrenilenler yalnızca bilgi olarak kalmaz; yaşanır ve yaşatılır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim ve gençliğe dair sözleri, bugün de yol göstericidir:

“Millî eğitim sistemi bilime dayalı olmalıdır.”

“Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.”

“Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi, özellikle öğretim hayatında, sıkı disiplin başarının şartıdır.”

“Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”

Saygıyla…