H. Cengiz TÜRKSOY

Ülkemizde uzun zamandır yaşananlar nedeniyle, toplumda gittikçe derinleşen bir ayrışma oluştuğu görünüyor. Ayrışmanın bir yanında laikliği savunanlar, öteki yanında laiklik karşıtları bulunuyor. Ancak bu görüntü söz konusu ayrışmanın yalnızca dışa vuran yüzüdür. Gerçek karşıtlık, ülkemiz için “gelecek tasarımı” olanlarla böyle bir tasarımı olmayanlar arasındadır.

1800’lü yıllarda, yenilenmeyi savunan Jön Türkler ile onlara karşı çıkan muhafazakarlar; Mustafa Kemal’in önderliğinde örgütlenen Kurtuluş Savaşı sonrasında yeni ve modern bir devlet kurulmasından yana olanlar ile işgalcilerle uzlaşan Osmanlı hanedanı yandaşları; 1980 yılı öncesinde, “tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” isteyenlerle “ABD giderse Rusya gelir” korkusu içindeki emperyalist işbirlikçileri, “gelecek tasarımı” olanlarla olmayanlar arasındaki savaşımlar için tarihimizden yalnızca birkaç örnektir.    

Bugünkü toplumsal ayrışma da aynı kapsamda değerlendirilebilir ama bu kez “gelecek tasarımı” olanlarla olmayanların konumlanışının çok farklı olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Günümüzde “gelecek tasarımı” olan kesimin, bu tasarımın temel özelliklerini geçmişe özlem duygularıyla belirlediği; dini motiflerle süslediği ve bu nedenle olsa gerek, Cumhuriyet devrimleriyle sağlanan kazanımların bir bölümünü amaçlarına ulaşmalarının önünde ciddi engel olarak gördüğü anlaşılıyor.

Belirli bir “gelecek tasarımı” üzerinde uzlaşmış olmak; İslami geleneğin “din kardeşliği” olgusu ve uzunca bir süredir iktidarda bulunmak bu kesimin bileşenlerini oldukça sıkı biçimde birbirine bağlıyor.

Bu kesimin karşısında olanların ise herhangi bir “gelecek tasarımı” bulunmuyor. Yalnızca, var olanı korumak ve toplumsal yaşam için tehlike olarak gördükleri, ötekilerin “gelecek tasarımı” kapsamındaki uygulamalarına birlikte karşı çıkıyorlar. Bu nitelikleri, onların söylem ve eylemlerini Cumhuriyet devriminin ilk 15 yılı içinde sağlanan kazanımlarla yetinme noktasına kilitliyor.

Üzerinde uzlaştıkları bir “gelecek tasarımı” olmadığı için, bu kesimin bileşenleri yalnızca ortak kaygıları olan “laikliğin korunması” söylemiyle birlikteliklerini korumaya çalışıyorlar.

Bu kesimin, dünyaya, toplumsal olay ve olgulara çok farklı yönlerden yaklaşan bileşenleri arasında, doğal olarak, “yoldaşlık ya da kardeşlik” denebilecek duygusal bir bağ olmadığı gibi, tümünü kapsayan bir başka ortak payda da bulunmuyor. O nedenle, yalnızca siyasal iktidarın laiklikle çelişen uygulamalarına ortak tepki verilebiliyorlar.

Ülkeyi derinden etkileyen bir kesimin “gelecek tasarımı”na yalnızca laiklik temelinde karşı çıkışlarla, mevcut kazanımların yitirilmesi bir ölçüde önlense bile, böyle birlikteliklerle etkin ve kalıcı bir siyasal güç olabilmek mümkün değildir.

Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti arzulanıyorsa,

-iktisadi ve toplumsal yaşamda adalet,

-ulusal bağımsızlık,

-demokratikleşme ve laiklik,

-özgürlük,

-insan hakları,

-barış ve esenlik

gibi konulara duyarlı toplum kesimleri, daha çok zaman yitirmeden, halkın önceliklerini de içeren yeni bir “gelecek tasarımı” oluşturarak, onu halkın siyasal programı haline getirmeli ve bir siyasal gücün karşısına bir başka örgütlü siyasal güç olarak çıkmalıdırlar.

Böyle bir çalışmada, derinlemesine incelenerek yararlanılabilecek, yakın tarihimizde yaşanmış zengin bir deneyim vardır.

1970’li yıllarda CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit bunu denemiş ve “BU DÜZEN DEĞİŞMELİDİR” başlığıyla halka mal ettiği “gelecek tasarımı” kendisine “Karaoğlan” unvanı kazandırmıştı. O dönemde yapılan taktik siyasi yanlışlarla CHP’nin iki kez iktidarı bırakmasından yararlananların Milliyetçi Cephe hükümetlerini kurması ve ardından gelen 12 Eylül faşist darbesi nedeniyle o tasarımın uygulanma şansı kalmamıştı.

Demokratik cumhuriyet özlemi çekenlerin bu deneyimden çıkaracağı çok ders vardır.

***

2025’in, DEMOKRATİK CUMHURİYET’e giden yolda ilk adımın atıldığı bir yıl olması umuduyla, sağlık, mutluluk ve esenlikler dilerim.