Bazen bir liderin hayatında bir fotoğraf vardır; kelimelerden daha çok şey anlatır. CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Kıbrıs Fatihi” Bülent Ecevit’in mezarını tek başına ziyaret ettiği o an da işte böyle bir kareydi.
Ne bir partili kalabalık, ne kameralar, ne de alkışlar…
Sadece bir lider, bir mezar ve geçmişle yapılan sessiz bir muhasebe.
O kareye baktığımda düşündüm:
Acaba Kılıçdaroğlu, yalnızlığıyla kendi hatalarını mı tartıyor, yoksa siyasetin gürültüsünden uzaklaşarak içsel bir denge mi arıyor?
Belki de her ikisi birden.
Tam 13 yıl boyunca Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanlığını yürüten Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi serüveni, bir özeleştiriyi ve derin bir analizi hak ettiğini düşündüm. Çünkü Kılıçdaroğlu, CHP’yi değiştirmek istedi; kısmen başardı ama tamamlayamadı.
Kılıçdaroğlu, göreve geldiğinde Deniz Baykal döneminde izlenen politikanın partiyi dar bir laik kimlik partisine dönüştürdüğünü gördü. Bu anlayışın CHP’yi toplumsal merkezden uzaklaştırdığını fark ederek değişim arayışına girdi. 2012 yılı, bu değişimin başlangıcıydı.
Ancak 2014’te MHP ile birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklemesi, ilk büyük kırılma noktası oldu. Kılıçdaroğlu’nun Ekmelettin İhsanoğlu için “Tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz” sözü, partinin tabanında derin bir tepkiye yol açtı.
2017 yılında, Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından Ankara’dan İstanbul’a uzanan “Adalet Yürüyüşü”, Kılıçdaroğlu’nun en güçlü çıkışlarından biriydi.
“Hak, Hukuk, Adalet” sloganı, toplumun geniş kesimlerinde yankı buldu. O dönemde kendisine “Gandi Kemal” lakabı takıldı.
Ancak bu yükselişin gölgesinde karanlık bir olay yaşandı: Artvin’de konvoyuna yapılan terör saldırısı sonucu bir asker hayatını kaybetti. Bu saldırı, Kılıçdaroğlu’nun politik mücadelesinin bedelinin ne kadar ağır olabileceğini gösterdi. Ankara’nın Çubuk ilçesinde linç girişimine uğradı.
Kılıçdaroğlu, CHP’nin yalnızca laik kesime değil; muhafazakâr, milliyetçi ve Kürt seçmene de hitap etmesi gerektiğini fark etti.
Bu doğrultuda attığı adımlar her zaman doğru değildi; örneğin dokunulmazlıkların kaldırılmasına “anayasa aykırı ama evet” demesi büyük bir hataydı.
Yine de uzun vadede bu strateji, partinin farklı kesimlere ulaşmasına zemin hazırladı.
Erdoğan’ın “CeHaPe zihniyeti” propagandasına rağmen Kılıçdaroğlu, partinin tarihsel yükünü taşımayı sürdürdü.
2018’de İYİ Parti’ye seçim desteği vermesi, muhalefette işbirliğinin kapısını araladı. Bu stratejinin meyvesi ise 2019 yerel seçimleri oldu.
İstanbul ve Ankara’nın kazanılması, Kılıçdaroğlu’nun sabırlı örgütlenme politikasının bir sonucuydu.
Kasım 2021’de yayınladığı “Helalleşme” videosu, hem geçmişle yüzleşme çağrısıydı hem de yaklaşan Cumhurbaşkanlığı kampanyasının başlangıcı. 6’lı Masa’nın mimarı olarak, farklı siyasi gelenekleri bir araya getirdi. Ancak 14 Mayıs 2023 seçimlerine iki ay kala masa sarsıldı.
İYİ Parti lideri Meral Akşener, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıktı. İmamoğlu ve Yavaş’ın araya girmesiyle kriz aşılsa da, seçim öncesi güven zedelendi.
Seçim sonuçları ise bekleneni vermedi. Erdoğan bir kez daha Cumhurbaşkanı seçildi.
İkinci turun ardından imzalanan Zafer Partisi protokolü, Kılıçdaroğlu’nun parti içindeki yalnızlığını derinleştirdi.
Seçim yenilgisiyle birlikte CHP’de sular durulmadı. Parti içi hesaplaşmaların sonunda Kılıçdaroğlu, 5 Kasım 2023’te Olağanüstü Kurultay’ı kabul etti. Ve CHP tarihinde ilk kez genel başkanlık seçimle değişti. Özgür Özel, yeni genel başkan oldu.
31 Mart 2024 yerel seçimlerinde CHP’nin elde ettiği büyük başarıda Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel kadar, Kılıçdaroğlu’nun yıllar içinde kurduğu ittifak anlayışının da payı vardı. Bugün CHP’nin ulaştığı noktanın temelleri, o yıllarda atılmıştı.
Bugün hâlâ süren “CHP Kurultayı iptal davası” tartışmaları, partideki güç mücadelesinin sona ermediğini gösteriyor. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden genel başkanlığa dönme isteği, siyasetin doğal akışı içinde bir anlamda geçmişe dönme çabası gibi görünüyor.
Ecevit’in mezarı başında tek başına duran o sessiz adam, aslında bize çok şey anlatıyor: Kimi zaman siyasette en büyük dersler kalabalık kürsülerde değil, yalnızlıkla yüzleşildiğinde öğrenilir.
Ve belki de Kılıçdaroğlu’nun hikâyesi tam da budur. Çok sesli bir partinin içinde sessiz bir liderin hikâyesi.