Elazığ’daki Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Enes Kara’nın, kaldığı cemaat yurdunda yaşadığı sıkıntılar, gelecek kaygısı ve ailesinin baskıları nedeniyle yaşamına son vermesi Türkiye’de büyük bir infiale sebep oldu ve birçok kişi çok haklı olarak devlet gerekli tedbirleri alsın, tarikat ve cemaatler kapatılsın şeklinde tepkiler verdi.

Elazığ’daki Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Enes Kara’nın, kaldığı cemaat yurdunda yaşadığı sıkıntılar, gelecek kaygısı ve ailesinin baskıları nedeniyle yaşamına son vermesi Türkiye’de büyük bir infiale sebep oldu ve birçok kişi çok haklı olarak devlet gerekli tedbirleri alsın, tarikat ve cemaatler kapatılsın şeklinde tepkiler verdi.

Bazı kesimlerden ise son derecede aykırı sesler yükseldi, örneğin BBP MKYK Üyesi Ahmet Namık Akdoğan’ın “Bir velet öldü diye cemaatleri mi kapatacağız?” demesi büyük şaşkınlık ve tepki doğurdu. Akdoğan gelen tepkiler üzerine geri adım atarak Enes Kara’nın ölümü sonrası yaptığı açıklamanın latife amaçlı olduğunu öne sürmek zorunda kaldı.

Akdoğan’a şaka yapmanın da bir yeri ve zamanı vardır, şaka yaparken incelik, zekâ ve mizah duygusundan ayrılmamalı anlamında kullandığımız “latife latif” gerek deyimini hatırlatıp, yapmış olduğu densizliğin ve kullandığı velet tabirinin hadsizliği yüzünden Enes’in ailesinden ve toplumdan en azından bir özür dilemesi gerektiğini söyleyip konumuza dönelim.

Tarikat ve cemaatler ile bunların yönetimindeki kuruluşlar son zamanlarda birçok ciddi skandala imza atmışlardır. En çok iz bırakanlardan biri de kaçak Kuran kursunda hocalarının tecavüzüne uğrayan erkek çocukları olmuştu. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” demişti. Konuyu önemsemez bir tavırla 45 öğrencinin tecavüze uğramasını bir kere rastlanan ve önemsiz bir olay olarak değerlendirip “Bir kereden bir şey olmaz” savunması da kamuoyundan çok tepki çekmişti?

Oysa tarikat ve cemaatler toplumumuzun başına çok uzun zamandan beri bela olmuşlardır. Öyle ki Osmanlı’da yaşanan ve softa şekaveti adı verilen olaylar bile bize ders olmamıştır.

Cumhuriyet devrimleri bir aydınlanma devrimidir! Bu devrim sonucunda dini kurallar ile din ve mezhepler etrafında örgütlenen tarikat ve cemaatler toplumun karar alma mekanizmalarından çıkarılmış, bilim, siyaset, askerlik, hukuk, sanat ve ekonomi alanında bunların etkisi ortadan kaldırılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve Dünyada her şey için; uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir; fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak dikkatsizliktir, bilgisizliktir, yanlışlıktır sözleri Cumhuriyet ile kurulan yeni toplum düzeninin en belirgin özellikleri olmuştur.

1925 tarihinde yürürlüğe giren “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması”, kanunu devrim kanunlarının en önemlilerindendir.

Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun; bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır.

Ayrıca yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde padişahlara ait ya da bir tarikata çıkar sağlamaya yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirilmiştir.

Yasa, 1982 anayasasında “İnkılap kanunları” (anayasanın 174. maddesine göre anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasında kabul edilerek koruma altına alınmıştır.

Bu kanun hâlihazırda yürürlüktedir, fakat siyasilerin tarikat mensupları ile ilişki kurması sonucu tarikatların itibar kazanması ile yasa uygulanmaz duruma gelmiştir. Tarikatlar, yasaklı olmalarına rağmen etkinliklerini sürdürebilmektedirler.

Dolayısıyla tarikat ve cemaatler kapatılsın demek anlamsızdır, zaten kapatılmışlardır, doğru olan devrim kanunları uygulansın ve uymayan cezalandırılsın demek olacaktır.

Peki, tarikat ve cemaat yapılanmaları demokratik bir hak olarak kabul edilebilir mi? Demokratik toplumlarda demokrasiyi imha etmeye yönelik herhangi bir yapılanmaya izin verilemez, verilmemelidir, bu hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilemez.

Birçok siyasinin uzun yıllar boyunca işbirliği yapmış olduğu FETÖ terör örgütünün 15 Temmuzda demokrasimize nasıl saldırdığı açık ve net olarak ortadayken tarikat ve cemaatlerin yasa dışı örgütlenmelerine ve toplumun karar mekanizmalarına müdahale etmelerine izin vermek ya da göz yummak asla doğru değildir.