Her sabah yeni bir kadın cinayeti haberiyle uyanmak…Artık acıya, ölüme, kayba alışmak…

İşte en büyük tehlike bu: Alışmak. Ama…Alışmayayacığız. Bir kadının daha ölmesine alışmayın. Her sabah uyanıyoruz. Çoğumuz kahvaltı hazırlıyor, işe hazırlanıyor, çocukları okula hazırlanıyor ve her yeni güne başlıyoruz. Fakat bazı sabahlar, bir kadın daha uyanamıyor.

Çünkü öldürülmüş!!!

Kimi zaman adı Özgecan, kimi zaman Emine, kimi zaman Bahar. Kimi zaman genç bir öğrenci, kimi zaman çocuklarına tek başına bakan bir anne, kimi zaman tek başına hayat mücadelesi veren bir kadın.
Ama ortak bir noktaları var;
Yaşamak istiyorlardı.

Kadınların sokakta yürürken arkasına bakmadan ilerleyemediği, evinde “sevdiği” biri tarafından canından edildiği, trafikte, yolda, yolculukta, işine giderken güvende olmadığı, sevdiği ve sevildiğini düşündüğü, güvendiği adamın yanında katledilip son nefesini verdiği, adaletin çoğu zaman sessiz kaldığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu ölümler birer istatistik değil, sayı hiç değil. Her biri bir hayat, bir anne, bir kız kardeş, bir evlat, bir dost, bir can, bir insan, bir kadın…! Bir kadının daha ölmesine alışmayın! Çünkü her alışkanlık duyarsızlıktır. Ve duyarsızlık, cinayetin gizli ortağıdır. Sessizlik, sustukça büyüyen bir suçtur. Her öldürülen kadının arkasında, görmezden gelen bir toplum, geç kalan bir sistem, susan bir mahalle vardır.

Biz ne zaman bu kadar kör olduk? Ne zaman “bir kadın daha öldürülmüş” cümlesini bir hava durumu gibi duyup geçtik? Ne zaman “yine mi?” demeyi bile unuttuk? Bu ülkede kadın olmak, hayatta kalma savaşı vermektir. Sevdiği tarafından öldürülme, sokakta tacize uğrama, giydiği kıyafet yüzünden hedef olma riskidir. Her adımda tedirginliktir. Her gecede korkudur. Ve ne yazık ki, her haberde bir tanıdık çıkma ihtimalidir.

Kadınlar ölmesin diye susma! Unutma; Sessizlik, bir sonraki mezar taşının ilk harfidir.
Bir kadının daha ölmesine alışmayın! Alıştığınız her ölüm, bir sonrakine zemin hazırlar. Duyarsızlık büyür, suçun sesi kısılır, şiddet meşrulaşır. Bu bir rakam meselesi değil. Bu, hayatların yok oluşudur. Her gün bir kadının mezar taşı sessizce dikiliyor. Her gün bir çocuk annesiz kalıyor. Her gün bir kadın “keşke yaşasaydı” cümlesiyle anılıyor. Alışmayın! Çünkü alışmak, kabullenmektir. Kabullenmek, şiddeti onaylamaktır. Bu ülkenin kadınları hayatta kalmaya çalışmamalı, yaşamalı. Korkuyla değil, umutla yürümeli sokakta. Giydiği kıyafetle değil, gülüşüyle anılmalı. Bir kadının daha ölmesine alışmayın! Çünkü o kadın siz olabilirsiniz. Kızınız olabilir. Kardeşiniz. Anneniz. Arkadaşınız. Ya da bir gün, hiç tanımadığınız bir kadının çığlığı, sizin vicdanınıza saplanan son cümle olabilir;
“Ben yaşamak istemiştim…”

“Her kayıp bir hikayenin yarım kalışı!”
Bu cümle bir çığlık. Her gün televizyonda, sosyal medyada bir kadının adı daha düşüyor ekranlara. Sebep aynı; Erkek şiddeti, adaletsizlik, suskunluk.
Biz ne yapıyoruz?
Alışıyoruz.
Kabulleniyoruz.
Geçiyoruz.
Görmüyoruz.
Duymuyoruz.
Bu ölümler istatistik değil.
Bu kayıplar birer sayı değil.
Bunlar yok edilen hayatlar, yarım bırakılan hikayeler, susturulan hayaller…

Adalet geçiliyor, kadınlar ölüyor… Bazı haberler artık tanıdık cümlelerle başlıyor. Koruma kararı vardı ama yine de öldürüldü. Şikayet etmişti, ama önlem alınmadı. Daha dün adliyedeydi… Bu cümleler sadece bir olayın giriş paragrafı değil, toplumun sessizliğinin ve adalet sisteminin yetersizliğinin çığlığıdır. Kadınlar, şiddete uğradıkları kişileri defalarca ihbar ediyor. Adliyelere başvuruyor, koruma talep ediyor, adres değiştiriyorlar, iş değiştiriyorlar, yardım istiyorlar. Fakat çoğu zaman adalet sisteminin ağır işleyişi, ihmalkarlık ve duyarsızlık, kadınların hayatına mal oluyor. Geciken her karar, yerine getirilmeyen her tedbir, verilen her “geçici” karar bir kadının ölüm fermanı olabiliyor. Bu ölümler kader değil, sistemin eksikliği. Her cinayet bir toplumsal çöküş işaretidir. Kadınları koruyamayan yasalar değil, uygulanmayan yasalar suçludur. Göz göre göre gelen ölümler karşısında sessiz kalmak, bu suça ortak olmaktır. Adalet zamanında işlemediğinde, sadece gecikmiş olmaz, geri dönülmez kayıplara yol açar. Artık alışmak değil, değiştirmek zamanıdır. Çünkü her kadın yaşasaydı, bir hayat daha tamamlanacaktı. Bu mesele kadınların değil, hepimizin. Çünkü bir toplumda kadınlar güvende değilse, kimse özgür değildir. Çünkü susan herkes, sessizce suçun ortağıdır.

Artık Yeter!
Yazık…
Gerçekten çok yazık…
Her gün bir kadının daha ölmesine alışan bir ülke olduk.
Her gün “başımız sağ olsun” deyip hayatımıza devam ediyoruz. Ama o kadının hayatı orada bitti. “Bu toprak, kadın kanı içmekten utanmıyor mu artık?” Yeter! Kadınlar mezara değil, hayata sığmalı!”

Alışmayın. Çünkü alışmak, öldürmektir. Çünkü alışmak, yok saymaktır. Çünkü alışmak, yeni bir cinayete davetiye çıkarmaktır. Bir kadının daha ölmesine alışmayın. Çünkü her ölüm, sizin sessizliğinizde büyüyor. Ve bir gün bu sessizlik, en sevdiklerinizin adıyla yankılanabilir.

“Ben yaşamak istemiştim…” susturulan binlerce kadının son çığlığı.

Ama yeter artık! Karanlığa alışmak zorunda değiliz. Her bir kadın, özgürce, korkmadan, ezilmeden yaşama hakkına sahiptir. Ve biz, bir kadının daha ölmesine alışmayacağız Alışmamalıyız. Çünkü bu ölümler durdurulabilir. Çünkü bu bir kader değil. Bu, değişmesi gereken bir gerçekliktir.

YETER ARTIK !
*Her kadın cinayetinde ses çıkar.
*Adaletsizliğe karşı tek bir kişi bile kalsak susma.
*Eğitimden hukuka, medyadan aileye kadar her alanda değişimi talep et.
*Şiddete karşı sıfır toleransla, örgütlü mücadeleyle hareket et.

Son Söz
“Ben hala yaşıyor olabilirdim,”
diyen kadınlar artık bizim aramızda değil.
Ama onların sesi, bu toprakların vicdanında çınlamaya devam ediyor.
Duyuyor musunuz?
Sıra sessizlikte değil.
Sıra harekette.

İşte bu yüzden:
Alışmayın!
Susmayın!
İzlemeyin!
Unutmayın!