Dünya’nın, gerçek insanlık tarihini başlatamadığı kanısındayım. Çünkü, insan soyunun gelişinden başlayarak günümüze değin canlı cansız tüm varlıklara yönelik insan şiddeti, gerçek insanlık tarihinin başlamasına çok büyük bir engel. Gerçek insanlık tarihi, her türlü şiddetin her yerde sonlandığı gün başlayacak.
İnsan şiddeti, hemen hemen her yerde artarak sürüyor. Yerin üstü, tüm varlıkların sevgi ve dostluk içinde yaşayabileceği gerçek cennet olacağına giderek kirleniyor ve cehennem haline geliyor.
Kirletme sadece su, toprak ve hava ile sınırlı değil. Yüreğimiz, aklımız, vicdanımız da bu kirlilikten gerekli payı alıyor ve ortaya insan şiddeti çıkıyor. Çirkin bir miras gibi.
Kirlilikten, tek kelime ile şiddet örneklerinden, kötü mirastan pay alan insan soyu, bu mirası kendi ülkesinin ve Dünya’nın her yerine, her alanına taşıyor.
İnsanı şiddet örneklerinden uzak tutmak, tüm canlıları huzur ve güven içinde yaşatmak için hukuksal düzenlemeler, yasalar, kimi zaman da gelenekler üretti insan soyu.
Kimi zaman da gücüne ve sayı üstünlüğüne dayanarak, yine kanunlarla inandığı ve savunduğu düzeni kurdu veya kurmaya çalıştı. Böylesine kurulan düzen, insana, hayvana ve doğaya yönelik şiddeti, kan dökülmesini, canlara kıyılmasını ve gözyaşını çoğalttı.
Türkiye’de, bazı yasalardaki bazı maddeler değişik algılara ve yorumlara çok açık. 25 Şubat 2025 tarihli “Suç, Ceza ve Şiddet” başlıklı yazımda verdiğim örnekler arasında “Yanıltıcı bilgiyi yaymak ve yargıyı etkilemek” de vardı.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 288. Maddesi aynen şöyle diyor.
“Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar, savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Cumhurbaşkanları, başbakanlar, milletvekilleri, savcılar, yargıçlar, kamu görevlileri başta olmak üzere, hukuk karşısında hiçbir yurttaşın dokunulmaz olmaması gerektiğini savunurum sıkça.
Türkiye’de, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oluşturduğu ve TBMM’nin gücünü çok azalttığına inandığım Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve yaklaşımı, 23 yılda, herkesin farklı yorumlayabileceği yasalara yenilerini ekledi. Bunlardan birisi de 1 Haziran 2005 tarihinde Türk Ceza Kanunu’nun 288. maddesi oldu.
Eleştirmek, bazen hakaret olarak algılanabiliyor, savcılar ve yargıçlar tarafından. Hatta eleştirilenlerin çevresi ve taraftarınca. Bu nedenle, gerek gördüğümde, yasalarda, savcı ve yargıçlara, yoruma açık çok geniş yetkiler verildiğini yazarım veya konuşurum. Savcılar ve yargıçlar da insandır, hata veya eksik yapabilir elbette.
Anlayışıma göre, insanların doğuştan hakkıdır eleştiri yapmak ve ifade etmek. Bu hak üstelik, ulusal yasalarda ve uluslararası sözleşmelerde güvence altında. Ancak, güzel ülkem Türkiye’de, bu hakkı kullananlara karşı hakaretler yapılıyor, yerici yazılar yazılıyor, basında, halka açık toplantılarda ve televizyon yayınlarında. Dahası, hakaret davaları açılıyor, gözaltılar, tutuklamalar yapılıyor, para ve hapis cezaları veriliyor.
Çünkü, insanlar farklı, yetkiler farklı, algılar farklı, niyetler, hedefler farklı. Çoğu zaman da akıl ve vicdan farklı. İşte bu farklılıklar, ne yazık ki şiddete dönüşebiliyor.
Çok üzüldüğüm bir konu ise, doğuştan kazanılan ve yasalarla güvence altına alınan eleştiri ve ifade hakkını kullananlara, şiddet anlamı taşıyan kaba ve yakışıksız davranışlar yapılması, davalar açılması. Buna karşılık, çok yüksek makamlarda bulunanların, çok geniş yetkiler taşıyanların, güçlü siyasetçilerin, gazetecilerin, yargı süreci devam ederken, hatta yargı süreci başlamamışken daha suçları kanıtlanmamış zanlılara, sanıklara yönelik, gazetelerde, televizyonlarda ve kürsülerde yaptıkları ağır eleştiri ve saldırıları “savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek” olarak algılanmaması, hukuksal bir karşılık verilmemesi.
Bu madde dahil, yasalarımızda değiştirilecek, somut hale getirilecek veya kaldırılacak çok madde var.
Sorarım sizlere. Avukatların ve savcıların görevleri; kanıtlar ve belgeler sunarak, kendi görüşlerine göre mahkemeleri, yargıçları bilgilendirmek, etkilemek, en doğru kararın verilmesine katkıda bulunmak değil mi?
Bu sürece, görüşleri ile katılmaya çalışan bilim insanlarına, gazetecilere, yazarlara, gönüllü insanlara ve siyasetçilere “…etkilemek” suçlaması ile karşılık verilmemelidir. Sahte belgelerin üretilebileceği, üretildiği, tuzakların kurulabileceği, kurulduğu, vicdanlarında sorun bulunabilecek gizli tanıkların kullanılabileceği düşünülerek “…etkilemek” diye bir suç olmamalı. Ayrıca, yargıçları, kolay etkilenebilecek ve etkilenerek yanlış kararlar verebilecek insanlar olarak görmemek gerekir.
Bu nedenle, yargı süreci; Türkiye koşullarında, “savcı, yargıç, avukat ve tanık” dörtlüsü ile sınırlandırılmamalı, hakaret ve iftira anlamı taşımayan diğer görüş ve öneriler çok değerli veriler olarak kabul edilmelidir. Elbette savcı, yargıç, avukat ve gerektiğinde açık tanık bağımsız ve tarafsız yargının vazgeçilmez ögeleridir.
Bu satırların yazarı, Türkiye ve Dünya hapishanelerinde, şu veya bu nedenle, ancak haksız olarak tutulan çok sayıda insanın bulunduğuna inanan çok sayıdaki insanlardan birisidir. Kimseden nefret etmeyen ve iyi yürekli insanlardan birisi.
Başta anneler olmak üzere, insanların, canlıların gözyaşı döktüğü, büyük haksızlıkların yaşandığı Türkiye ve Dünya’dayız, milyarlarca yıllık geçmişe karşın, ne yazık ki.
Mutlaka, evet mutlaka, melekleşmiş insanlar, gelecekte, Türkiye ve Dünya’yı; adaletsizliklerin, haksızlıkların, yoksulluğun, yoksunluğun, yalanların, iftiraların, tehditlerin, hakaretlerin, sahteliklerin, savaşların, kısaca şiddetin değil, sevgi, dostluk ve barışın yaşandığı yerin üstündeki gerçek cennet haline getireceklerdir.
Haydi, melekleşmiş insanlar, her yerde ve her zaman, kadın-erkek birlikte, dayanışma içinde. haydi…