Kime ait olduğunu yazımın sonunda açıklayacağım aşağıdaki satırları özenle okumanızı öneriyorum. “Sizinle bir hayalimi paylaşmak istiyorum. Bilirsiniz, inanarak ve onları yönlendirenlerce inandırılarak silahlı mücadele edenlerin barınma yerleri dağlar, mağaralar ve ormanlardır. Silah ve yiyeceklerini de oralarda saklıyorlar. Uygun bulduklarında, köylere, kentlere iniyorlar, eylemlere katılıyorlar.
Kadın, erkek, her yaştan silahlı kişilerin, Türkiye veya başka bir ülkede veya ülkelerde, dağlarda olduklarını düşünün. Anneler, yürüyüş giysileri içinde, sırtlarında yiyecek çantaları. Dağlara, mağaralara, ormanlara yakın yerleşim yerlerinde toplanıyorlar. Siyasal ve inançlara dayalı değil, şiddete karşı, sevgiden yana olmanın verdiği güçle, konuşuyorlar, yürüyorlar.
Bir de, ellerindeki beyaz bezlerde yazanlar ve yüksek sesle atılan çığlıklarda şunları hayal ediyorum.
“Silahları bırakın. Sizin kanlarınızın, biz annelerin gözyaşlarının akması, büyük acılarımız, korkularımız dursun artık. Sizi kimse öldürmesin, siz de kimseyi öldürmeyin. Siz olmadan yemek yiyemiyoruz, çalışamıyoruz, dinlenemiyoruz, uyuyamıyoruz. Kardeşlerinizi kucaklarken içimiz kan ağlıyor. Babalarınızla birbirimize “Seni seviyorum “diyemiyor, sarılamıyoruz.
Komşularımız, bizi tanıyanlar, kardeşlerinize, bize, babalarınıza iyi gözle bakmıyorlar. Bize baktıklarında, belki de gözlerinin önünde, elinde silah ve bomba tutan sizleri, akan kanları, ölen genç bedenleri görüyorlar. Kan üzerinde demokrasi, adalet, özgürlük ve mutluluk sağlanamaz. İnin dağlardan, verin silahlarınızı yetkili makamlara. Mağaralarda bir şey bırakmayın. Oralar, hep birlikte özgürce gezilen yerler olsun, eskisi gibi. Haydi yavrularım, evlerinize, yaşamaya geri dönün. Sorunlar, sıkıntılar, haksızlıklar, adaletsizlikler, ayırımcılıklar için şiddetsiz mücadele edin. Biz anneler de sizlerin yanında olalım. Haydi yavrularımız, sevgili çocuklarımız, bizler size geliyoruz. Herhalde silahlarınızı bize çevirmeyeceksiniz. Bize yüzlerinizi, gözlerinizi, yüreklerinizi çeviriniz. Birlikte evimize geri dönelim ve Dünyaya örnek olalım, tarihi yazalım birlikte. Anneler ağlamasın artık yavrularımız.”
Böylesine farklı bir hayale ne dersiniz? Dağlardan haberler de geliyor.
“Dağlardan iniyoruz. Geride silah dahil hiçbir şey bırakmıyoruz. Haklarımızı, sıkıntılarımızı, adaletsizlikleri, ülkemize ve Dünya’ya şiddetsiz anlatacağız. Haklarımızı şiddetsiz arayacağız, savunacağız, koruyacağız.”
Dağlara yakın yerlerde, anneler, babalar, kardeşler, eşler, sevgililer, arkadaşlar, dostlar karşılamak için toplandılar. Yüreklerdeki umut, özlem duyguları, içerden dışarıya çıkmak için bedenleri zorluyor. Yine gözyaşları akıyor. Ancak, kavuşmak umudunun, biraz korku ve endişe olsa bile sevincin gözyaşları.
Anneler arasında, daha önce çocukları öldürülmüş, sakat bırakılmış veya cezaevlerine konulmuş acılı olanlar da var.
Polisler ve askerlerin ellerinde dürbünler, silahlar. Eller tetikte değil. Güvenliği sağlıyorlar. Çevrede araçlar bekliyor. Dağlardakiler iniyorlar, geliyorlar. Silahlar ve diğer eşyalar paketlenmiş durumda. Haykırışlar, sevinç çığlıkları, gözyaşları, ülkelere ve yörelere göre değişen dillerde kısa cümleli iletişimler, konuşmalar. Birkaç kilometre yürünüyor. Araçlara biniliyor. Başka kanlar akmasın diye, sabırlı, kin ve nefretten uzak duruluyor. Yine başka kanlar akmasın, anneler ağlamasın diye, soğukkanlı, tahriklere kapılmadan ve insan haklarına uygun bir süreç başlıyor.
Sevgi ve dostluk içinde yaşamak hedefinde, önce hayal kurmak ve inanmak gerek. Sonra şiddetsiz bir toplumu ve Dünyayı kurmak, böyle bir toplumun ve Dünya’nın sürdürülebileceğine inanmak.
Sevgili anneler, sizlerin önderliğinizde, “1. Dünya Anneler Dayanışmasını” başarırsanız, bu etkinliğin gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda ve sosyal medyada şu başlıklarla verildiğini duyabilir ve okuyabilirsiniz.
“1.Dünya Anneler Dayanışması Başlıyor”
Sonrasındaki yılların haberlerinde ise sadece dayanışmanın kaçıncısı olduğuna ilişkin rakam değişecek. İkinci, Üçüncü,….Yüzüncü gibi.
Benim ömrüm yetmezse, bir gün belki bu yapıtı okuyanların içinden, şunları söyleyenler çıkacaktır. Kanımca çıkmalıdır. Ben bu çağırının gerçekleşeceğine inanıyorum.
“Dağlara çık dağlara…Dağlara gel dağlara…Şiddetsiz ve silahsız…Sevgi ile halkımıza el salla. Gez, incele, spor yürüyüşü yap, çok ağaç, orman, hayvan yitirdik, fidan dik, özgürce otlayan hayvanları okşa, çobanlarla sohbet et, azıklarını paylaş. Tüfek, top ve bomba sesleri, ormanlardaki, dağlardaki hayvanları ürküttü, korkuttu. Onlar zaten insanlara güvenmezlerdi, güvenlerini tamamen yitirdiler. Bazıları canlarını, bazıları yavrularını, eşlerini kaybetti. Yuvaları dağıldı. Çobana söyle, dağlardaki hayvanları korkutmasın, silah kullanmasın, köpeklerine zarar verdirmesin. Bu hayvanlar artık özgür yaşasın. Bulduğun silah parçalarından ve mermi kovanlarından, devlete de haber vererek müze kur. Sağlam silahları devlet birimlerine teslim et…”
“Yine bir gün, inanıyorum, dağlarda ve denizlerde silahlı güçler, savaş gemileri ve uçakları değil, sporcular, turistler, bilim insanları ve araştırmacılar bulunacaktır. Çok isterdim, o insanlardan biri, özellikle korkusuzca yürüyen, koşan bir sporcu olmayı. Çıplak kayalara, dağ çimenlerine uzanıp gökyüzünü, özgürce uçan kuşları izlemeyi. Göletlerde yüzmeyi, sularından içmeyi, ay ışığı altında uyumayı, güneş ışınları ile uyanmayı çok isterdim. Özlem duyarak öleceğimi biliyorum. Özlem duyuyorum, duyacağım da, hiçbir şey, içimdeki umudu asla bitiremez, bitiremeyecek.”
Bu satırlar kime ait?
2021 yılında yayınlanan “Anneler ve Gözyaşları” kitabımın 122-130 sayfalarında yer alıyor bu satırlar. Kitap da, satırlar da, hayaller de bana ait. Dileyenler olursa ücretsiz sunulan kitabımı maille gönderebilirim.
Şunu söylemek istiyorum. Türkiye Gençlik Birliği Derneği ve Türkiye Gençlik Federasyonu (1997-2014) Genel Başkanlığı yaptığım yıllarda olduğu gibi, bugün de Şiddetsiz Toplum Derneği Başkanı (2015-….) ve Sonsöz Gazetesi-Sonsöz İnternet Haber Sitesi yazarı olarak sıklıkla “Şiddetsiz, silahsız Türkiye ve Dünya”, hatta uzay konusunu işliyor ve öneriler yapıyorum.
Yıllardır kitabımda, konuşmalarımda ve yazılarımda yüksek sesle haykırdığım büyük hedef görülmedi, duyulmadı, belki de önemsenmedi. Üzgünüm, gazeteci meslektaşlarımca da değerlendirilmedi, önemsenmedi. Ben kimim ki…
Oysa bugün, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKPARTİ), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM) birlikteliğinde, 47 yıldır Türkiye’nin büyük sorunu olan, kısa adı üç harften oluşan silahlı şiddet örgütünün silahlarını teslim etmesi ve şiddete son vermesi süreci başlatıldı. Değerlendirmeye, öneriye, hatta eleştiriye açık bir süreç.
Şunu algılamış olmalısınız. Şiddet örgütlerinin isimlerine asla yer vermiyorum. Burada da “kısa adı üç harften oluşan silahlı şiddet örgütü” dedim. Şiddet örgütlerinin isimlerini yazanların ve seslendirenlerin, istemeden olsa bile o örgütün propagandasını yaptıkları kanısındayım.
Gelecek yazımda, silahların hangi yöntemlerle teslim edilmesi, geri dönüştürülerek ekonomiye kazandırılması ve bu sürecin göremediğimiz, ancak birkaç olasılığın bulunacağı hedefinde nelerin yer alabileceği konularına değinmeye çalışacağım.
Türkiye’yi yerin üstündeki cennete çevirmeye çalışan melek kişilikli yurttaşlarımızın, hepimizin işi çok zor. Ancak, sevgi ve umut öyle iki güç ki, hiçbir şey ve hiç kimse yok edemez. En önemli niteliği ise şiddeti ve silahı, şiddetsiz ve silahsız yöntemlerle etkisiz hale getirmesi, korku, endişe ve kuşkulara neden olanları “iyi”leştirmesi.