Türkiye’yi bir insan gibi düşünün. Et ve kemikten değil, umut ve acıyla yoğrulmuş bir beden…
Bugün bu beden sıkıntılı ve yorgun çok yorgun! Her yeri ayrı ayrı ağrıyor.
Kadın çığlıkları, çaresizlikleri ve cinayetleri, kalbini deliyor bu ülkenin. Yüreği daralıyor, kalbi sıkışıyor. Her duyduğu ölüm haberinde bir damarı daha tıkanıyor. Sevgiyle atması gereken kalp, artık korkuyla çarpıyor.
Çocuk istismarları, okutulmayan çocuk gelinler, çocuk işçiler, bedenin en savunmasız yerinde derin yaralar açıyor. O yaralar kapanmıyor, iyileşmiyor. Türkiye’nin vicdanı, çocukların çığlıklarıyla zonkluyor.
Şehitleriyle, şehit annelerinin yüreğiyle…
Çocuklarının ardından gözyaşı döken annelerin sesi kulaklarını sağır ediyor…
Hastanede sıra bekleyen hastasıyla, ilaç parasına yetişemeyen kanser hastalarıyla,
SMA’lı evlatları için kampanya yapan anne babalarla… Kendi hastalığını, acılarını unutuyor.
Orman yangınları ciğerlerini yakıyor memleketin. Ağaç yanarken, bu ülkenin nefesi kesiliyor. Her dumanla birlikte, boğazında bir düğüm daha büyüyor. Nefessiz kalıyor, canı acıyor.
Köylüler… Ormanı, toprağı, zeytinliği elinden alınmış insanlar… Bir ağacın gölgesine bile hasret kalan köyler görünce…Elleri kolları tutmaz oluyor…
Ekonomik kriz, midesini ağrıtıyor Türkiye’nin.
Tenceresi boş, sofrası eksik. Mide kazınırken, yüzü soluyor, elleri titriyor.
İşsizlik, kollarını güçsüzleştiriyor. Çalışmak istiyor ama elleri boşa kalkıyor. Üretmeyen kol uyuşur, ülkenin gücü azalır.
Adaletsizlik, belini büküyor. Hak arayan omurgası eğiliyor. Hukukun terazisi bozulunca, dik duramaz hiçbir vücut. Beli bükülüyor.
Sağlık sistemindeki çöküş, damarlarında dolaşan kanı zayıflatıyor. İlaca ulaşamayan hasta, o vücudun hücresi gibidir. Zayıflar, düşer, vücut çökmeden önce son çırpınışlarını verir.
Gençlerin umutsuzluğu, beynini karartıyor bu ülkenin. Düşünce bulutlanıyor, gelecek bulanıklaşıyor. Bir ülke gençliğini yitirirse, hafızasını ve hayalini de yitirir.
Hayvanlar… Yanmış ormanlarda can vermiş tavşanlar, ceylanlar, karıncalar, sincaplar…Sokaklarda taşlanan, toplanan köpekler, ahırda aç kalan inekler, gökte konacak dal bulamayan kuşları görünce…Göz görür ama gönül kaldırmaz… Bunları gören göz, o günden sonra hiçbir ormana aynı bakamaz.
Ve suskunluk… O da bu bedenin dilini felç ediyor. Söyleyemediği her şey, içinde yara oluyor. Konuşmayan bir vücut, acıdan içe doğru çürür.
Türkiye bir insan gibi…
Ve biz, onun her hücresiyiz.
O sıkıntılı oldukça biz de acı çekeriz.
Ama unutmayalım…
Her beden, doğru ilaçla iyileşir.
Türkiye’nin ilacı: iletişim, vicdan, adalet, dayanışma ve umut!
Bu vücut iyileşecekse, bunu ancak biz yaparız.
Çünkü Türkiye’nin kalbinde halkı, damarlarında ise Cumhuriyet’in ilkeleri dolaşır.
Yaralar derindir ama iyileşmek mümkündür.
Yeter ki bir olalım, yeter ki inanalım.
Mustafa Kemal Atatürk der ki:
“Bir milletin sağlığı, onun ahlaki ve fikri gelişmişliğiyle mümkündür.”
O halde çözüm açık…
Ahlakı yeniden inşa edeceğiz; adaleti ve vicdanı temel alarak.
Fikri geliştireceğiz; gençlerin önünü açarak, özgür düşünceyi teşvik ederek.
Kadını koruyacağız, çocuğu savunacağız, ormanı yaşatacağız.
İnsanı yaşatacağız ki, devlet yaşasın.
Ve Türkiye…
Bu sıkıntılı beden, yeniden ayağa kalkacak.
Çünkü biz, o bedenin umudu ve ilacıyız.
SONSÖZ
“Türkiye’yi Ayağa Kaldıracak Güç Bizde”!
Haydi Türkiye’m iyileşme zamanı.