Konuşmalarımda ve yazılarımda, gerekli gördüğümde, nefretin, sigaranın ve yorgunluğun ne olduğunu bilmediğimi dillendiririm. Nefret ve sigara için söylediklerim kesinlikle doğru. Yorgunlukla ilgili belki yanılıyor olabilirim. Ancak, yorgunluk hissetmiyorsam, buna, beni sporcu olarak yetiştirenlerin verdikleri eğitimlerin kalıcı etkilerine bağlarım. Demek ki, yorulmamak için nasıl davranılması, sigaradan uzak durulması, susuz kalınmaması ve düzenli nefes alıp verilmesi gerektiğini unutmuyorum.

Konuşmalarımda ve yazılarımda, gerekli gördüğümde, nefretin, sigaranın ve yorgunluğun ne olduğunu bilmediğimi dillendiririm. Nefret ve sigara için söylediklerim kesinlikle doğru. Yorgunlukla ilgili belki yanılıyor olabilirim. Ancak, yorgunluk hissetmiyorsam, buna, beni sporcu olarak yetiştirenlerin verdikleri eğitimlerin kalıcı etkilerine bağlarım. Demek ki, yorulmamak için nasıl davranılması, sigaradan uzak durulması, susuz kalınmaması ve düzenli nefes alıp verilmesi gerektiğini unutmuyorum.

Nefret duygusu yok bende. Çevremdeki insanlara veya açık alanlarda karşılaştığım, hiç tanımadığım insanlara “Kimden nefret ediyorsunuz?” diye sorsam, nefret ettiği bir veya birkaç insanın bulunduğunu söyler, isim de verir, belki de çeşitli nedenlerle hiçbir isimden söz etmezler.

Nefret duyulan veya olumsuz duygular beslenen isim veya isimler, yakın veya uzak geçmişte, bu topraklarda veya başka ülkelerde yaşamış da olabilir, bulunabilir. Nefret, hiç de sağlıklı bir duygu değil. Kanımca, nefret, sadece nefret edene zarar verir, nefret edilene karşı bir şiddet eylemi yapılmazsa.

Nefretle ilgili soru yönelttiğim insanlardan bazıları, acaba bir siyasetçiden nefret ettiğini söyler mi? Anket yapsam, nefret edilenlerin ilk sırasını siyasetçiler mi alır? Acaba, bir siyasal partinin üyesi olan, tüzüğünü, programını ve yaptıklarını benimseyen, oy veren bir insan kendi partisinden birisinden nefret ediyor olabilir mi? Benimsemediği, karşı olduğu partilerin genel başkanlarından, sözcülerinden, kadın-erkek milletvekillerinden, üyelerinden, bakanlarından ve yöneticilerinden nefret edenler var mı, sayıları veya oranları nedir? Nefret duygusu taşıyanların veya nefret edilenlerin içinde anneler, kadınlar, babalar, erkekler yer alıyor mu?

Bu soruları ve yanıtları çoğaltmak olası. Kanımca, bir kalın kitap bile yetmez.

Ancak, kanımca, nefret duygusu gibi insana hiç yakışmayan tehlikeli bir yükü yüreklerinde taşıyanların işaret edecekleri arasında siyasetçilerin ilk sırada olacaklarına inanıyorum.

Neden siyasetçiler ilk sırada olur?

Çünkü, siyasetçi, yüz yüze bizimledir veya kitle iletişim araçları ile gözümüzün önündedir. Söyledikleri ve iktidarda iseler yaptıkları hepimizi etkiler. İnsanları, hayvanları, çevreyi etkiler. Olumlu ise etkileri alkışlanır, olumsuz ise eleştirilir, yerilir. Bunlar demokrasinin olmazsa olmazları. Düşünce ve ifade özgürlüğü bir insan hakkı, demokratik toplumlarda demokrasinin kesin bir göstergesi.

Ancak, nefret etmek, bir insan hakkı değil. İnsan için büyük bir tehlike. Nefret duygusu, demokrasi için de çok büyük tehlike. Silahlı veya silahsız bir şiddet eylemine dönüştüğü, kontrol edilemediği takdirde, ağır suçların tetikleyicisi haline gelir. Hiddet, öfke ve nefret, durdurulamadığı takdirde, şiddete ve vahşete dönüşebilir, yürekleri nefretle değil sevgi, saygı, şefkat, hoşgörü ve dostlukla dolu olanları dehşete düşürür.

Türkiye, çok zorlu bir süreçten geçiyor. TBMM ve toplum, üç ana parça gibi. Cumhur İttifakı, Millet İttifakı ve bu ikisinin dışında kalanlar. İttifaklar, içinde şiddeti barındırmadığı, herkesin güvende olduğu, kimsenin bir başkasının tehlikesi haline gelmediği toplumlarda sorun üretmez, sorun çözer. Bir de farklı ittifaklar arasında şiddetten uzak, çağdaş bir iletişim varsa, orada demokrasi güçlenir. Tehlike yoktur, ortaya bir tehlike çıktığı takdirde, tehlike birlik içinde ve şiddetsiz yöntemlerle ortadan kaldırılabilir, kaldırılır.

Türkiye evimiz, üstünde yaşayanlar ailemiz, farklılıklar doğal zenginliğimiz deyişini ilk dillendiren ve bu deyişi konuşmalarına, gençlik, spor ve şiddetle ilgili yazdığı kitaplara taşıyan bir insanım.

Üzülerek ve korkarak belirtmeliyim ki, ülkemin bazı siyasetçilerinin kullandığı şiddet dili, toplumu barışçıl olmasını dilediğim üç ana ve farklı birlikteliklere götürmüyor. Daha fazla bölünmelere doğru gidiliyor, farklılıklar arasında duvar örülüyor. Bu duvarlar sonsuza kadar kalamaz. Çöker veya çökertilir. Ancak, çöken veya çökertilen duvarların arkasından kimler ve nasıl çıkar, birbirleriyle nasıl karşılaşırlar ve birbirlerine nasıl davranırlar, orası bilinemez, belki tahmin edilebilir. Bilelim ki, kimse duvarların arkasındakilere, yabancılaşılanlara güven duymaz. Türkiye için büyük bir tehlike.

Siyasal partilerin genel başkanları, sözcüleri ve üyeleri şunu akıllarında tutmalılar. Bunu akıllarında tutarlarsa, dillerini de kolay tutabilirler ve şiddet dili kullanmaktan belki vazgeçerler.

Siyasetçilerin dillerinden dökülen ve burada örnek vermekten utandığım kelimeler, cümleler ve beden hareketleri, sadece isimleri verilen siyasetçileri mi etkiliyor? Yalan, iftira, tehdit ve hakaret içeren, hedef gösteren şiddet dilini kullananlar, aslında, çok geniş kitlelere hiddet ve nefret tohumları atıyorlar. Beni asla etkileyemiyorlar. Ancak, herkes ben değil, ben herkes değilim.

O nedenle, siyasetçilere, şiddet dilini kullanmadan karşılık vermelerini, konu ile ilgili yaptıklarını ve yapacaklarını anlatmalarını öneriyorum. Diller ve aslında yürekler herkesi kucaklamalı, hiddet ve nefret tohumları değil, kimseyi korkutmayacak, dışlamayacak sevgi ve dostluk kelimelerini kullanmalıdır. Diller, dost dili olmalıdır.

Acaba, erken veya 2023 yılında bizi genel seçimlerin beklediğini, seçim öncesinde, seçim sırasında ve sonrasında, ülkemizde yeni ve çok tehlikeli şiddet çeşitlerini tasarlayanların bulunabileceğini kaçımız düşünüyoruz. Bu konuyu, devletin tüm kuruluşlarının, istihbarat ve güvenlik birimlerinin, iktidar ve destekleyenlerin, TBMM içinde veya dışındaki muhalefet partilerinin, gönüllü kuruluşların (STK), meslek örgütlerinin, medyanın ve yurttaşların mutlaka düşünmesi gerekiyor.

Düşünülmesi yetmez, önleyici ve koruyucu önlemlerin şimdiden alınması, hatta konuşulması gerektiği görüşündeyim.

Seçimle ilgili yasanın değiştirilmesi sonucu daha da artan, seçim güvenliği ve oyların sayımı ile ilgili rahatsızlıkları, kuşkuları ortadan kaldıracak somut verileri göremiyorum. Umarım, iktidar ve muhalefet, rahatsızlıkları, kuşkuları ve şiddet tehlikesini ortadan kaldıracak iletişim sürecini üretirler.

Bu iletişimin ilk adımı kendi aralarında, sonraki adımı ise seçmenlere yönelik olarak atılmalıdır.

Türkiye, güneyinde ve kuzeyindeki silahlı şiddet çeşitlerinden, iç ve dış savaşlardan, işgallerden, kutuplaşmalardan örnekler alarak, siyasal ve dinsel farklılıkları, üçlü, beşli ittifaklarla cepheleşmenin özü haline getirmemelidir.

Unutulmamalıdır, dışarda, uzak veya yakınımızda, içteki şiddet cephelerini destekleyenler ve güçten düşmemizi bekleyenler bulunmaktadır.

Artık, çocukların ve gençlerin kanı, annelerin gözyaşları dökülmemeli, siyasetçiler, kendilerinden farklı olan ve şiddet kullanmayan siyasetçileri düşman olarak değil, bu ülkenin doğal zenginliği olarak görmelidir.

Yaşamanın sevinci, güzel geleceklerin umudu ile haydi siyasal partilerin genel başkanları, sözcüleri ve üyeleri, bu ülkeyi ve dünyayı dost dili, dost eli ve dost yüreği ile aydınlatınız.

HAYDİ CANLAR, farklı düşünsek de, farklı inansak da, sevgi, saygı, şefkat, hoşgörü, dostluk ve barışta BİR OLALIM…