Yazıma, sürekli yinelediğim ve kişiliğimle ilgili bir girişle başlıyorum. Siyasal alan dahil, her alanda, geçmişte yaşamış veya bugün yaşamakta olan hiç kimseden nefret etmiyorum, kızmıyorum. Ülkem Türkiye’de ve Dünyamızda, geçmişte üretilen, bugün de üretilmekte olan ağır şiddet örneklerine karşı içimde kızgınlık, hiddet, kin ve nefretin olmamasını nasıl başardım, bilemiyorum.
Bildiğim ve inandığım şu.
İnsana, hayvana, çevreye ve doğaya yönelik insan şiddeti mutlaka sonlanacak, yer kürenin her yerinde, sevgi, dostluk ve barış yaşanacak. Kızgınlık, hiddet, kin ve nefret, insanın bedensel ve kişilikle ilgili gücünü azaltır, sorunun çözümüne değil, artışına katkı yapar.
Bu bireysel girişi yapmamın nedeni, Türkiye’nin ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 2025 yılı Mart ayından başlayarak siyasetçilerin şiddet dili, muhalefete muhalefet etmeye çalışan medya gücü ve bazı yargı organları ile kuşatılmasıdır. Bu kuşatma, sadece CHP’ye yönelik değil, hepimizin güvenliği ve huzuru için oluşturulmuş bulunan kolluk kuvvetleri ve yargı organları için de taşınamayacak boyutlara varmış gibi gördüğüm çok büyük bir haksızlık ve adaletsizliktir.
Şu iyi bilinmeli, sade bir yurttaş, gazeteci, yazar, sporcu, spor eğitimcisi, yöneticisi, gençlik ve demokrasi gönüllüsü, şiddetin her çeşidine karşı duran bir insan olarak, evet partici değil, bir birey olarak CHP’nin kuşatılmasını şöyle yorumluyorum.
Türkiye, çevresindeki demokrasi dışı, silahlı, paralı ve elleri kanlı kişilerin oluşturmaya çalıştığı bir cehenneme, bir bataklığa doğru sürüklenmek isteniyor. Sürüklemek isteyenler, cehennemi ve bataklığı göremiyor olabilirler mi? Bugün yaşayanlar, yakın veya uzak geleceklerde doğacaklar adına kaygı duyarak belirtiyorum ki, bataklığı, cehennemi, kan ve gözyaşını görebiliyorum. Benim gibi algılayan ve gören milyonlarca insan var. Bu milyonlar, algıladıkları veya gördükleri yerin bataklık ve cehennem olduğuna nasıl inanıyorlarsa, acaba diğer milyonlar, bataklığa ve cehenneme değil sulak ve bereketli yeşilliklere, cennet gibi tertemiz alanlara gittiklerini mi sanıyorlar?
Benim gibilerin kan ve gözyaşından beslenen bir cehenneme ve bataklığa gidileceğine değil, insana, hayvana ve doğaya yönelik akıl ve vicdandan yoksunların ürettiği şiddete karşın cennet gibi alanlara ulaşılacağına inananlar, hedefleri için, güçlü, demokratik, yurtsever, sevgi, dostluk ve barıştan yana bir CHP’yi en büyük engel olarak mı görüyorlar? Önlerinde engel bildikleri için mi CHP’ye zayıflatmaya, parçalamaya, hatta yok etmeye çalışıyorlar?
Bu konuda yıllar öncesinden yaşadığım bir gerçek daha var. 1950’lilerin ortalarına doğru ülkemi ve Dünya’yı tanımaya başladığımda ve sonrasında CHP ve hak mücadelesi yapan siyasal partiler ve önderleri kesintisiz kuşatılmaya çalışılıyordu zaten. CHP, kuşatmayı yara yara bugünlere geldi. Bugünler de, yarınlarda kuşatmanın şiddetsiz yöntemlerle yarıldığı bir geçmiş olarak anılacak, kesin. Yoksa, bu topraklar sadece kuşatılanlar için değil, kuşatanlar için de bataklık ve cehennem olabilir.
CHP yönetiminin, üyelerinin, aylardır tutuklu olan belediye başkanlarının, çalışma arkadaşlarının başları dik duruşlarını, umutlu sözlerini, kısacası şiddetsiz direnişlerini, hak mücadelesi vermelerini saygı ve takdirle karşılıyorum.
CHP’nin, Genel Başkan Özgür Özel’in önderliğinde Türkiye’de düzenlediği ve Avrupa’ya taşıdığı mitingleri şiddetsiz iletişim yöntemine ve halkla ilişkiler bilimine çok uygun, hatta alkışlanacak düzeyde buluyorum.
CHP’nin, yurt dışında, ilk kez, 12 Ekim 2025 Pazar günü Belçika’nın Başkenti ve Avrupa Birliği’nin Merkezi Brüksel’de düzenlediği mitingle ilgili olarak Hükümeti oluşturan Adalet ve Kalkınma Partisi ile en büyük destekçisi Milliyetçi Hareket Partisinin üst düzey sözcüleri, Özgür Özel’i Türkiye’yi yurt dışına şikayet etmekle suçladılar.
Bu suçlamalara katılmıyorum.
Halkla ilişkiler ve şiddetsiz iletişim, şiddete şiddetsiz tepki anlayışına çok uygun olarak CHP’nin düzenlediği Brüksel mitingi ve Avrupa’da düzenlenen toplantılarda dile getirilenler, Türkiye’nin yurt dışına şikayet edilmesi olarak yorumlanmamalıdır.
Çünkü, bu yöntem, yurt içinde veya dışında ifade özgürlüğü, şiddetsiz iletişim ve dayanışma hakkıdır. Bu hakkın Anayasalarda ve yasalarda yazılmasına da gerek yoktur.
Bir de şu açıdan bakabilmeliyiz ülkemizdeki gelişmelere. Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere, bazı ülkelerin yönetimleri, Türkiye’yi açıkça etkilemeye, yönlendirmeye çalışmıyorlar mı?
Türkiye’de veya yakınlarında yaşanan silahlı şiddet olaylarının destekçileri için “yurt dışında değiller, hepsi içimizde” diyebilir miyiz? Şiddet çetelerini silah ve para ile besleyenlerin, bu toprakları uyuşturucu maddelerin deposu veya geçiş yolu olarak kullanmak isteyenlerin çoğu yurt dışında yaşamıyor mu?
Ayrıca, Avrupa’da 4 milyona yakın insanımızın bulunması, bu insanların seçimlerde ve halk oylamalarında kararlarını sandığa yansıtma hakkı taşıması, bir siyasal partinin yasal bir mitingi veya Özgür Özel’in deyişi ile bir eylemi düzenlemesine yetmez mi?
Kaldı ki, kuşatılan ve zayıflatılmaya çalışılan CHP, tutuksuz yargılanmaları gerekirken aylardır hapishanelerde tutulan 16 belediye başkanı ve çalışma arkadaşları CHP’li. Şiddetsiz tepki ve şiddetsiz iletişim konusunda, benim bile hiç beklemediğim bir yöntemi ülkemize, siyasal alanlara ve halkla ilişkiler bilimine örnek olarak kazandıran CHP yönetimini, kamu kuruluşlarının ve çok sayıda basın organının gücü kullanılarak yapılan zayıflatma ve bölme uğraşlarına karşın daha da güçlendirenleri kutlamak gerekir.
Onlar biliyorlar ki, her karanlığın bir sabahı mutlaka vardır. Kutuplarda bile aylarca süren doğal karanlık, yerini mutlaka doğal aydınlığa bırakmak zorundadır. Farkı, bu kuşatmaların doğal olmamasıdır. Bunlar da mutlaka geçecek ve gerçekler ortaya çıkacaktır.
CHP’nin eylemleri şiddetsiz iletişim ve dayanışmadır. Bu yapılanlar, çok önemli insan hakları kapsamına girer.
CHP’li sözcülere, gazetecilere, hukukçulara, bilim insanlarına, açık oturumlarda konuşanlara ve yazanlara bir kez daha yineliyorum. Kuşatmalara, haksızlıklara, baskılara, iftiralara, yalanlara, hakaretlere ve karşı olduklarınıza “siyaset…siyasi karar” demeyiniz. Bunlar siyaset değil. Başka bir kelime ve tanım bulmalısınız. Şiddet etkisi yapan hiçbir hareket veya karar, siyasetçilerden gelse bile siyaset diye tanımlanamaz. Bu, içinde şiddet barındırmayan her görüş ve inancın bulunması gereken siyasete karşı çok büyük bir haksızlıktır.
Siyasetçilere, hukukçulara, kamu görevlilerine, bilim insanlarına, emeklilere, gençlere, işsizlere, demokratik kitle örgütlerinde (STK) gönüllü olarak çalışanlara, kadın, erkek, anne, baba herkese, Yahudi asıllı Amerika Birleşik Devletleri yurttaşı Marshall B. Rosenberg, PH.D (1934-2015) tarafından yazılan ve Gizem Alav Şapçı tarafından Türkçe’ye çevrilen Şiddetsiz İletişim (Nonviolent Communicataion ) kitabını özenle okumalarını öneriyorum.
Belki o zaman, TBMM’den kitle iletişim araçlarına, kapalı ve açık alanlardan üniversite, okul, iş yeri, sokak, ev ve öğrenci yurtlarına kadar her yerde şiddetsiz iletişim yaygınlaşır, şiddet dili kullanılmaz ve utanç boyutlarına varan şiddet örnekleri azalır, belki yok olur.
Haydi, şiddetsiz iletişim için, kadın-erkek, her zaman ve her yerde birlikte, dayanışma içinde. Haydi…