Tarih: 27 Şubat 2024… Yer: Çağlayan İstanbul Adliyesi’nin önü sarıklı cüppeli adam, konuşuyor. Yarı Arapça yarısı Türkçe bağırarak konuşuyor: “Nasıl Atatürk’ü koruma kanunu varsa, nasıl cumhurbaşkanına küfreden hapse atılıyorsa biz Allah için de koruma kanunu, resulullah için de, dinlerimiz, değerlerimiz için de koruma kanunu çıkarılsın istiyoruz” diyor.

Sorduk soruşturduk, öğrendik ki adamın adı Nusret Oktar, Hayırların Fethi Derneği (HAYFED), adı altında örgütlenmişler Türkiye’ye şeri devlet düzenini getirmeye çalışıyorlar.

AKP yandaşı TV’ler bu haberi tam metin veriyor. Nusret Oktar, zaman zaman Arapça konuşarak dünya genelinde Müslümanların zulme uğradığını, inançlarına küfredildiğini anlatıyordu. 

Bu çığlıkların arkasında AKP iktidarı var. Öyle olmasa bu adamların yakasına Cumhuriyet savcıları yapıştırdı. 

Sanırsınız Türkiye’de gerçekten Atatürk’e küfreden ceza alıyor! Şevki Yılmaz denilen şahıs, Atatürk’e yönelik hakaretleri toplumda büyük bir infial yaratmamış gibi ortada geziyor.

Konuşmasının başında bu meselenin “Türkiye laiktir, laik kalacak” mevzusu olmadığını iddia eden Oktar, daha sonra“Türkiye laik midir? Laiktir. Laik mi kalacaktır? Allah bilir. Bu ülke yüzlerce yıl şeriatla yönetildi” diyerek kendi kendisini yalanladı.

Her gecen gün hukuk devletinden monarşiye bir gidiş uç veriyor.

Anayasaya açıkça karşı olan böyle bir eylem adliyenin önünde hiçbir müdahale olmadan nasıl yapılabiliyor? Laiklik isteyen gruplara anında müdahale edilirken, şeriatçılar ülkede nasıl böyle rahatça toplanıp açıklama yapabiliyor?

Bunun yanıtını yine Nusret Oktar veriyor. Oktar diyor ki; “Sayın Cumhurbaşkanımız daha iki hafta önce şeriatın İslam olduğunu, Kuran olduğunu bizzat canlı yayında açıkladı!” diyor.

Bu neyi gösteriyor? Halkın iki kutba ayrıştırılmasını, şeriat taleplerinin artmasını AKP ve AKP’li Cumhurbaşkanı RTE’nin açık desteğini gösteriyor.

Bütün bunlar adliyelerin içinde ve önünde yaşanırken, tek bir cumhuriyet savcısının yetkilerini kullanmaması ibret vericidir. 

Devletin her kademesinde kim olursa olsun, hukuk dışına, Anayasa ve yasaların dışına çıkanlardan Atatürk Cumhuriyeti’nin gerçek savcıları hesap sormalıdır. 

Ne utanç vericidir ki bu makamda oturanlar, şeriat talebinde bulunanlara yani devlet yönetiminde ve hukuk sisteminde şeri kanunların uygulanmasını isteyerek suç işleyenlere karşı sessizliklerini koruyor.

Cumhuriyet savcılarının bile görevlerini tam yetki ve sorumlulukla yerine getirmediği, getiremediği bir ülkede hukuk devletinden kimse söz edemez. 

Bu sistemin adı padişahlık sisteminin de gerisinde bir sistem değil mi?

Türkiye; Osmanlı monarşisine özlem duyanların şeriat istemesi rantına geldi dayandı. 

Cumhuriyetin 100. yılında laiklik, kuruluş yıllarında olduğu gibi, en temel mücadele alanıdır. Atatürk’ün vefatından sonra bu cepheyi oy için boşaltanlar, tarikatlara ve cemaatlere ödün verenler ve dincilerle kol kola girenler, bugünkü şeriat çığlıklarına güç verenlerdir. Bunun başında da RTE ve ekibi geliyor.

Bu gelişmeler çağdaş toplumların yapay zeka ile yarıştığı bir düzende “seriat çığlıklarının” atılması toplumda tedavisi imkansız yaralar açıyor.

Öte yandan 28 Şubat’tan söz ederken, “Bir kadın mitingi yapılacaktı ve ‘Kahrolsun şeriat’ diyorlardı. İnancıma göre şeriat, İslam demektir. O geceyi hayatımdan silmek isterim. Anlatılamayacak bir acı hissettim” diye konuşan Meral Akşener ve 6 Temmuz 1993’te Sivas katliamı TBMM’de görüşülürken, “Şeriat İslam demektir” diyen, Sivas’ta “Şeriat isteriz!” diye bağırarak insan yakan kitlenin aslında şeriat düzeni istemediği, dini savunduğu anlamında konuşan Muhsin Yazıcıoğlu gibi siyasetçiler taraftar topluyor.

Bugünkü şeriat çığlıklarının ardında, Menderes’ten Demirel’e, Erbakan’dan Özal’a, Türkeş’ten Yazıcıoğlu’na, Çiller’den Erdoğan’a kadar tüm sağcı ve dinci gericilerin desteği vardır. Bu destekler kesilmezse daha birçok “Madımak Oteli” cinayetleri yaşarız.