Rahmetli babam hesapsız, kitapsız iş yaptığımızda, ya da darlığa düştüğümüzde “dipsiz kuyuya ne kadar taş atarsan at dolmaz” derdi. Bizim şu andaki durumumuz da aynen böyle. 16 trilyonluk bütçe yapmışız, bunun 13 trilyondan fazlası vergi geliri ile kapanıyor. Onun da önemli bir kısmı çalışanların ödediği gelir vergisinde, ÖTV, KDV, harçlar ve cezalardan oluşuyor.
Vergi uzman Dr. Ozan Bingöl, kalem kalem nereden vergi toplandığını, nerelere harcandığının hesabını yapmış. Bu yılın ilk dokuz ayında sanayide 328 bin 716 lira, dakikada 19 milyon 723 bin lira, saatte 1 milyar 183 milyon lira, günde 28 milyar 401 milyon lira ve toplamda 7 trilyon 753 milyar 506 milyon lira vergi ödediğimiz hesaplamış. Bu da yetmemiş yine bu süre içinde, bunca vergiye rağmen 1 trilyon217 milyar lira bütçe açığı vermişiz.
Bu vergiler hangi kalemlerden toplanmış. Onun da hesabını yapmış Dr. Bingöl. KDV’den 2 trilyon 329 milyar lira, TV’den 1 trilyon 394 milyar lira, Gelir Vergisinden 1 trilyon 947 milyar lira, Kurumlar Vergisinden 860 milyar lira, Motorlu Taşıtlar Vergisinden 98.9 milyar lira, BSMV’den 393.9 milyar lira, Damga Vergisinden 157.9 milyar lira ve Şans Oyunları Vergisinden de 39.1 milyar lira vergi toplanmış.
Bunun içinde cezalar, harçlar ve diğer gelir kalemleri yok.
Bunca gelire karşın, iki yakamız bir araya gelmediği gibi bir de açık veriliyor. Yıl sonunda bu açığın 2 trilyon liraya aşacağını söylemek için falcı olmaya gerek yok. Çünkü, vatandaştan istenen tasarrufun, binde birini yönetim kadroları yapmıyor. Her bakanlığını bütçe talepleri içinde araç satın alınması, bina kiralanması ve diğer harcama kalemleri ilk sıralarda yer alıyor.
Sayıştay raporları, ne yazık ki, tasarruf genelgelerine uyulmadığı gibi, birçok ihlali de tespit ettiğine ilişkin cümlelerle dolu.
Faizle mücadele edeceğini söyleyerek işbaşına gelen AK Parti, aradan geçen bunca yıla karşın, büyük bir faiz çıkmazına sürüklenmiş durumda. Sadece dış borçlarının faizlerine ödenen para ile ülkedeki birçok açığını, birçok gediğin kapatılacağı artık tüm ortamlarda söyleniyor.
Özellikle geçmediğimiz yollara, köprülere, geçitlere, uçmadığımız havaalanlarına, gidemediğimiz hastanelerin hasta garanti bedellerine ödediğimiz garanti tutarı her geçen yıl katlanarak artıyor. Gelecek yıl, şehir hastaneleri için hizmet bedeli olarak 58 milyar, kullanım bedeli olarak da 79 milyar lira ödenecek. Karayollarının ödeyeceği garanti tutarı ise 101 milyar lira. 2027’de şehir hastanelerine toplam olarak 149 milyar, 2028 ise 148 milyar lira ödenecek. Yani toplamda üç yılda 434 milyar lira ödenecek. Karayolları için ödenecek tutar ise 376 milyar lirayı buluyor. Sadece KOİ projelerine ödenen tutar bu kadarla da kalmıyor. Ödemeler, döviz bazında ve döviz bazındaki enflasyon oranı ile katlamalı olarak yapılıyor. Bu para, birkaç müteahitin kasasına gidiyor. Birkaç müteahhitin yapabildiği projeleri biz devlet olarak yapamaz mıydık? Nitekim devlet olarak gerçekleştirilen projeler orta yerde duruyor.
Özetle;
Türkiye, bu kadar ağır külfete karşın ayakta duruyor. Ancak ne pahasına olduğu konusunda ciddi endişelerimiz var. Bakın bundan birkaç gün önce Dünya Gıda Günü kutlandı. Gıda Mühendisleri Odası, yaptığı araştırmanın sonuçlarını tam da bugün açıkladı. Tespitlere göre; çocukların yüzde 40’nın günde en az bir öğün atlıyorlar, yüz çocuktan 25’inin okula aç gidiyor ve yüzde 73’ü her gün et, tavuk yada balık ürünlerini tüketemiyor.
Peki bunca vergi toplanmasına karşın, memuru, emeklisi, dar gelirlisi, günübirlik çalışıp kazananı sıkıntı çekiyorsa, çocukları aç bilaç yaşıyorsa, okula gidiyorsa sizce de burada bir yanlışlık, bir hata yok mu?
Sanıyorum hatanın başlangıcı tercihlerin ve önceliği belirlenmesinde bir yanlışlık yapılmasıyla başlıyor. Çok sıkça, yazılarımın sonuna koyduğum, Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” sözünün tam yeri.