5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde birçok kişi ve kuruluş, günün anlam ve önemini belirten açıklamalarla, özellikle çevre temizliği konusuna dikkat çektiler.
Onlar arasında, ormanla kaplı hektarlarca arazide binlerce maden arama ve işletme ruhsatı verenler, siyanürle arıtma yapan altın arayıcılarına ses çıkarmayanlar, yakılmış orman alanlarını turizm tesislerine açanlar da vardı. Doğaya saygılı, çevreye duyarlı, kanaati esas alan bir tüketim anlayışını yerleştirmek için çabalarını sürdürdüklerini söylüyorlardı.
Televizyon haberlerinde yer alan bu açıklamaları dinlerken düşünüyordum.
Çevre Yasası’nda “arazi ve kaynak kullanım kararlarını veren ve proje değerlendirmesi yapan yetkili kuruluşlar, kalkınma çabalarını olumsuz yönde etkilememeyi dikkate alarak çevrenin korunması ve kirlenmemesi hedefini gözetirler” deniliyor. Yasada, çevrenin korunmasına ilişkin temel ilkelerden birisi olarak yer alan bu sözlerle söylenmek istenen aslında şudur: “Çevre, kalkınma çabalarını olumsuz yönde etkilememesi koşuluyla korunacaktır”. Yani yetkili kuruluşlar, çevre değerlerinin korunması ile kalkınma çabalarının çeliştiği durumlarda, çevrenin korunması ve kirletilmemesi hedefini gözetmeyecekler; yetkilerini kalkınmadan yana kullanacaklardır.
Kalkınmayı yalnızca iktisadi büyüme olarak algılıyorsanız, bu tür bir yasal düzenlemenin doğru ve yerinde olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa kalkınma bir bütündür ve çevre değerlerini yitirmeyi göze alarak ulaşılan iktisadi büyüme kalkınma değildir. Ama ahlaki değerlerin bile çürümesini göze alan iktisadi büyüme anlayışının egemen olduğu toplumlarda, “kalkınmanın” yanında çevre değerlerinin sözü mü olur?
Nitekim yıllardır gündemde olan siyanürle altın arıtma, ormanlık alanlarda maden arama ve işletme, yanan orman alanlarında turizm tesis izinleri verilmesi gibi konularda ortaya çıkan saflaşmanın arkasında bu anlayış farklılığı yatmaktadır. Turizm yatırımlarının, sanayi kuruluşlarının, balık çiftliklerinin, barajların, hidroelektrik ve termoelektrik santrallerin yer seçimleri ve belirlenen yapılaşma koşulları hakkındaki bütün tartışmalarda hep aynı saflaşma görülür. En çok birkaç on yıllık ömrü olan bu tür yatırımlardan sağlanacak kazanç için binlerce yılda oluşmuş doğal, yüzlerce yılın ürünü olan tarihi değerlerin gözden çıkarılmasına göz yumanlar, çevre değerlerine duyarlı kesimlerin karşısında ciddi bir ittifak oluştururlar.
Bu ittifakın çevreye duyarlı insanlara yönelttikleri akıl almaz suçlamaların, gülünç lafazanlıkların sınırı yoktur. Bu suçlamaların en popülerleri, doğanın korunması ve çevrenin temizliğinden hiçbir koşulda ödün vermeyenlerin “istemezükçü ya da ülkenin kalkınmasını istemeyen emperyalizmin işbirlikçisi” olarak adlandırılmasıdır. Konuya uzak kalmış sıradan insanların bilinçlerini perdelemeye yönelik bu sözlerin en gülünç yanı, asıl suçlayıcıların sözünü ettikleri emperyalizmle uzun zamandan beri içli dışlı olmalarıdır.
Çevreye duyarlılık insanın kendisine duyarlılığıdır; çünkü insan da içinde bulunduğu çevrenin parçasıdır. Ne insan çevresinden ne de çevre insandan bağımsızdır ama bugünün insanı doğanın bileşenlerinden birisi olduğunu çoktan unutmuş görünmektedir. Yüz binlerce yıllık evrim sürecinin günümüzdeki aşamasında insan, kurguladığı yaşam biçimiyle; yarattığı iktisadi ve toplumsal sistemle, doğayla barışık kalmayı değil onunla didişmeyi tercih ettiğini göstermektedir. Dünyada ve ülkemizde egemen olan; çerçevesini, “ her durumda, her zaman daha çok kazanma” güdüsünün belirlediği iktisadi ve toplumsal düzenin sonucu olarak sürdürülen bu didişmenin sonucu bellidir. Eğer bu didişmeden vazgeçilmezse, doğal süreç işleyecek ve insan bu didişmeden mutlak bir yenilgiyle çıkacaktır.
Doğa, içinde gelişen olgulara ve onu oluşturan varlıklara karşı duyarsız kalmaz. Doğanın hoşgörüsünden ya da hoşgörüsüzlüğünden de söz edilemez. Doğada her şey ölüme programlanmıştır ama doğada ölüm, bir “son”, bir “bitiş” değil biçim değişikliğidir. Yaptıkları ya da yapmadıklarıyla insan, insan olarak doğada var olmayı hak etmediğini ortaya koydukça, gün gelecek kendisi de biçim değiştirecektir. Belki toz olup havaya, belki gübre olup toprağa karışacaktır.
Bu sonucu hazırlayanlar yalnızca doğayla didişenler değildir; onlara karşı direnmeyenler de onlar kadar sorumludur. Çok iyi biliyoruz ki, doğanın duyguları, öznel değerleri yoktur ve hiçbir bileşenine ayrıcalık tanımaz.
Var olmayı hak etmenin tek yolu bunun bilincinde olmak, konumunu ona göre belirlemek ve ona göre davranmaktır.