İnsanlar kabileden büyük örgütlenmeler kurduğu günden bu güne yöneticiler daima iktidarlarının meşruiyetini halka kanıtlamak için bazı gerekçeler öne sürmüştür. Bu kapsamda insanlık tarihi iki büyük yalan ile iktidarlarına meşruiyet kazandırmaya çalışan hükümdarların egemenliğine tanık olmuştur.

Bu iki büyük yalan şunlardır:

  1. Ben asil kandan geliyorum
  2. Beni tanrı seçti

Bilim ilerleyince “ASİL KAN” diye bir kan grubu olmadığı, kan gruplarının RH + ve – faktörü ile birlikte 0, A, B ve AB gruplarından ibaret olduğu kanıtlandı, yeryüzünde yaşayan bütün insanların aynı genetik kodu ve benzer kan gruplarını paylaştığı öğrenildi.

Diğer yandan tarih boyunca kurulmuş dinlerin hemen hemen hepsi egemenler için meşruiyet kaynağı olmuş ve egemenlerin “BENİ TANRI SEÇTİ” iddiasını kanıtlamak için kullanılmıştır.

Aydınlanma devrimi ile beraber insanlar tanrı tarafından seçilmiş ve özel olarak görevlendirilmiş kişiler olmadığını da fark etti. Bu farkındalık üzerine Tanrı Merkezcil Skolastik Çağ kapandı, İnsan Merkezcil Hümanist çağ böyle başladı, laik ve demokratik düzenler de işte bu farkındalık üzerine inşa edildi.

Aydınlanma devriminden bu yana egemenliğin ve meşruiyetin tek geçerli kaynağı halktır, başka bir egemenlik ya da meşruiyet kaynağı aramak demokratik düzene ihanettir.

Bu topraklarda egemenlik ve meşruiyetin kaynağı meselesine gelince:

Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 tarihinde başlayan yürüyüşünün ana fikri; "Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletindir.” ilkesi olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk bu ana fikri 29 Ekim 1923 tarihinde "Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir. Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir." Şeklindeki Meclis kararı ile resmileştirmiş ve Anayasal bir hüküm haline getirmiştir.

29 Ekim 1923 tarihinden bu yana bu topraklarda tek egemen güç “Türk Milleti” ve tek meşruiyet kaynağı ise “Milli İradedir”...

Milli irade dışında bir meşruiyet kaynağı arama girişimleri ya da bu şekildeki teklifler açıkça söylemek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve demokrasiye aykırıdır.

Meşruiyetin Kaynağı konusunu da bu yüzden gündemime aldım, bilen bilmeyen vardır diye konuya açıklık getirme ihtiyacı duydum.

Konu şöyle gündemime geldi, ABD'nin Ankara büyükelçisi ve Trump’ın has adamı Tom Barrack, Türk Amerikan ilişkilerinin seyri hakkında şöyle bir açıklama yapmış:

"[Erdoğan] 71 yaşına geldi. [Türkiye] bir demokrasi ama otoriter gibi. Başkan Trump dahice bir şekilde 'çözüm olarak ona meşruiyet vermeliyim' dedi. Şu an bu oluyor. Bence bunun sonucunda büyük değişiklikler göreceksiniz." Demiş...

Bu söz gerçekten de söylendi mi?

Çeviri doğru mu?

Bunu elbetteki ben bilemem, bunu Dışişleri Bakanlığı ve Recep Bey’in ekibi bilmeli ama eğer bu sözler gerçekten söylendiyse bu büyük bir hadsizliktir!

Sömürge valisi tayin eden bir kral edası ile seçilmiş bir Cumhurbaşkanı için “çözüm olarak ona meşruiyet vermeliyim” demek açıkça söylemek gerekirse çok ama çok büyük bir terbiyesizliktir.
Herkes şunu çok iyi bilmelidir: Recep Tayyip Erdoğan Türk Milletince seçilmiş, meşruiyetini milli iradeden alan bir Cumhurbaşkanıdır. Elin oğlundan meşruiyet almaya falan da zerrece ihtiyacı yoktur!

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına “çözüm olarak ona meşruiyet vermeliyim” demek açık ve net bir küstahlıktır ne ABD başkanının ve ne de başka birinin Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru cumhurbaşkanına sömürge valisi muamelesi yapması kabul edilemez.

Bakın muhalif ya da iktidar yanlısı olmak başka bir konu, devletimizin seçilmiş meşru Cumhurbaşkanına yapılan böyle bir terbiyesizliğe itiraz etmek ayrı konudur!

Bu konuda hepimiz bir ve bütün olmalı, gerekli tepkiyi 86 milyon Türk vatandaşı birlikte vermelidir.