Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Beş onluk mezun olunca birbirimize daha fazla kenetlenip yarattığımız buluşma fırsatlarında "good old days" konuşur olduk. Ribaund Dergisine yazmam istenince uzun yıllardır günlük telaşe içerisinde bir türlü fırsat bulamadığım, Kadıköy Maarif Koleji 68 kuşağı kişisel alt yapımım, spor yazın hayatımı nasıl şekillendirdiğini yazma, bununla yetişmekte olan kuşaklara ışık tutabilme arzumu, kubbede hoş bir seda bırakabilmek bağlamında, kağıta dökme fırsatı yakaladım…

Yedi senelik yatılı hayatımızın ilk senelerinden başlayarak bazılarımız bir avuç sokak çocuğu formatında okulda yapılabilecek bütün sporları yapar olduk. Şansımız her ikisi de rahmetli beden eğitimi öğretmeni, Baş muavin Teoman Tuncer ve muavin Orhan Kızıltan gibi iki spor aşığının okulun hakim karakterleri olmasıydı. Almanlar tarafından yapılmış, kimselerde bulunmayan mükemmel drenajlı futbol sahasından ötürü öncelik futboldaydı. Kil voleybol sahası ve perdahlı derzli şap basketbol sahası yeteneklerimiz sınadığımız diğer duraklardı. Yatılı okul çocuğunun dışarı çıkabilme ayrıcalığı takımlardan birine girebilmekten geçerdi. Bir avuç sporcu klanı üyesi olarak, ders başarılarını hafif askıya alarak, hemen her branşa tebelleş olduk.

Dar rotasyonlu resimde ki ilk beş ve Galatasaray’da oynayan rahmetli Semih Eroğlu’lu kadromuzla Kadıköy Halk Eğitim ve Haydarpaşa Lisesi Salonlarında liseler arası şampiyonalara katılırdık. Emirhan Buzcularlı ve ben sonradan Anadolu Efes olan Kadıköyspor yıldız ve genç takımlarında oynadık. Antrenman maçları için bitişik Saint Joseph açık hava sahalarına ve Robert College Big Gym’ine giderdik. Amerikan donanması uçak gemileri ne zaman boğaza gelse uçak hangarlarında conilerle maç yapar, hediye ettikleri kauçuk basket toplarıyla sezonluk tedarikimizi yapardık. Kadere bakın ki ODTÜ’ye gittiğim ilk yıl İstanbul’a gelip conilerin denize dökülmeleri eylemlerine katıldım.

Koçumuz CIA ajanıydı

Vietnam savaşına katılmayı reddeden Amerikan Üniversite mezunu gençlerin hapisten kurtulabilme çareleri Peace Corps/Barış Gönüllüleri örgütüyle CIA programları kapsamında az gelişmiş kabul ettikleri ülkelerde kültür misyoneri olmaktı. Derslerde İngilizce “Bulantı” ve “Yabancı” okutan entelektüel hocalarımızla Jean Paul Sartre ve Albert Camus gibi çağdaş kanaat önderleri rol modellerimizle tanışırken, basketbol için de 1964’de Steve McQueen yakışıklığında, oyunu ve hayatı çok iyi bilen bir koçumuz oldu.  

Deri paltosu ve şapkasıyla önde koçumuz Harold Shueler, Biyoloji hocamızdı, arkada takım, İstanbul kazan biz kepçe basketbolla haşır neşir dolaşırdık. Bir keresinde Yeni Melek sinemasına Antony Perkins’in Sapık filmini sınıfça seyretmeye gittikten sonra yürüyerek Karaköy iskelesine giderken yüksek kaldırımdaki malum yere girmiştik. Oda peşimizden. Muzipliği fark edince bozmadı,“go on boys” dedi.Sizin anlayacağınız biz ‘Beyaz Gölge’nin Turkish versiyonunu televizyonda hit olmasından yıllar önce çevirdik. Tabii ki James Naismith’in icat ettiği bu Amerikan oyununu birinci sempatik elden, en bilgiye aç genç yaşlarımızda öğrendik. Diğer okullar arasında, belki Kolej bebesiydik ama Amerikalı koçumuzla havamızdan geçilmiyordu. 

Fundementali kaptım ya kim tutar beni 

Aynen yol göstericimiz,  varoluş yolumu aydınlatan Sartre’ın felsefi back up’ıyla kendi yolumu döşemeye başladım. CV’de anlattığım Mimarlık meslek hayatıma koşut olarak Maarifte ayağıma dolanan “parkenin çekimiyle”basketbol bağımlısı yarım asır yaşadım, halada tutku formatında ki bu ikincil mesleğim(!) sürmekte. Maarif sonrası bir başka basketbol yuvası ÖDTÜ’ye gidip, basketbolun yakın tarihini yazanlar mağmasının  ortasına paraşütsüz iniş yaptım. Mehmet Ali Yalım, Baba Rüştü(Yüce)vb. basketbolun tüm kanaat önder ve uygulayıcıları arasına bagajımda Maarif basketbol kültürümün katma değerleriyle hiç yadırgama yaşamadan katılı verdim. Meşhur deyiştir “basketbol Ankara’da öğrenilir İstanbul’da oynanır.” Parkenin ustaları arasında oynarken Amerika’ya en yakın, en güncel bilgilerle bezendim. 

Baba Rüştü sebatical senesini UCLA’da yapıyor. Jonny Wooden’ın 2.2.1 zone press’i, şimdiki dizi filmler gibi 48 saat sonra  ODTÜ basketbol takımında uygulanıyordu. Giderek yıldız takımlarından başlayarak antrenörlüğe kaydım. TRT’de eğitim programları hazırlamak yanı sıra NBA maç yayınlarını da hazırlayıp sunuyordum. Maarifli ciddiyet  ve yaptığının en iyisini yapma ihtirasıyla, kısa sürede Ankara’nın hemen bütün büyük kulüplerinin koçluğunu yapar halde buldum kendimi. 80’li yıllara geldiğimizde Kadıköyspor’dan takım arkadaşım rahmetli Aydan Siyavuş baş, bense yardımcı antrenörüydüm ilk nesil Rüya Milli Takımın. Bu ikili 1981 Balkan Şampiyonası’nda Türkiye’nin ilk ve tek altın madalyasını almayı başardı.

Bu madalya ,tv’de Beyaz Gölge rüzgarıyla basketbola ülkede tavan yaptı. Mimarlık mesleğim gereği tekrar doğum yerim İstanbul’a döndükten sonra  83’den beri sırasıyla Sabah (orda akşam olunca!!)Vatan, Takvim ve halen Hürriyet’te http://m.hurriyet.com.tr/yazarlar/unal-ozuak/basketbola dair her şeyi yazarak, söyleyerek, kendimce kanaat önderliği yaparak, gençlikte ayağıma takılan parkeye amatör katkıda bulunuyorum. Bu arada mimarlık, kültür ve sanata dair yazılarımı da Ankara yerel butik gazete SONSÖZ’e http://sonsoz.com.tr/author/unalozuak/ yazıyorum.

Geldik yazıya takla attırmaya

Zurnanın zırt dediği noktada, bunca yıllık basketbol yazarlığı ve parke yaşanmışlığını aktardıktan sonra, geldik bana ayrılan 8000 vuruşta (önemini anlatacağım) Kalid gençlerine ağabeyleri olarak bir şeyler söyleme köşesinde faydalı olmaya. Yarım asırdır sevgili rahmetli Nezahat Somar ve ne mutlu ki her talaş da bizlerle marşını söyleyen Hikmet Günsel hocalarımızın ortak prodüksiyonu “Kadıköy Kolejimiz feyz aldığım ocağım, senden aldığım nurla yolumu bulacağım” marşını deep down/fonda mırıldanarak bu ülkenin en önemli medya kuruluşlarında basketbol yazmayı, konuşmayı başarmış bir 'son kalan Mohikan' olarak Kadıköy Anadolu gençlerine, TEOG’dan daha yararlı olacağına inandığım ekskulisif kimi ön mesleki tipler vereyim..

-Siz siz olun 'en çok ben bilirim, siz ne anlarsınız bu işten' formatında okuyucuyu aşağılayan, ondan kopuk akademik yazılar yazmayın. Size ayrılmış sayfalar; Aynı işi yapan meslektaşlarınızla haberleşme alanınız değildir.

-Kısa cümleler ile basketbol gibi zor bir sporu “ortalama orta okul seviyesi gazete okuyucusunu” okurken öğrenip nerelerde yanlış ve/veya doğru yapıldığını anlayacağı dille yazın. 67 yıllığımızın giriş çıkış nerdeyse bütün yazılarını ben zamanın ruhuna uygun  devrik cümlelerle yoğun Öztürkçe yazmıştım. Tercüman marifetiyle okunmuştu yazdıklarım.

-Terimleri İngilizce olan oyunun hareketlerini yazarken mesela “pick&roll/perdele devril” Türkçesini birlikte yazın ki okuyucu tv. spikerinin anlattığıyla yazdığınız arasında boşluğa düşmesin.

-Oyunu sevdirmek, okuyanı hastası yapmak mesleki motifiniz olmalı yoksa işsiz kalırsınız. 

-Geçen gün aramızdan ayrılan Aydın Boysan ustanın altını çizdiği mizah ve ironi aklınızda ve yazdıklarınızda eksik olmasın. Kendiniz başta olmak üzere ölçeği kaçırmadan dalganızı geçin. Ciddi olduğu kadar günün sonunda basketbolunda “top peşinde koşmak” olduğunu unutmayın, unutturmayın. 

-Yazıyı başlığı okutur. Okuyucunun ilgisini konuda tutmak için ara özdeyiş , kısa söz içeren şok aforizmal ara başlıklar da atın. (bknz. son Fenerbahçe-Baskonya maçında ki tüm maçı özetleyen ; “BASK’ı sonda baskıladık” başlığım). Dikkat ettiyseniz bu yazının  başlığı da neyle karşılaşacağınızı size anlatır.

-CV’den göreceğimiz Mimarlık eşzamanlı yaşamımda Mies Van Der Rohe mottosu kafamda yer etti ve yazarken, konuşurken uyguladım. Size de hararetle tavsiye ederim. LESS IS MORE/az çoktur.   
Yazının sözcük sayımı gazetede ayrılan yeri belirler. Sınırlar dışına taşarsanız kırpmayı editörünüz yapar ki kendi yazınızı kendiniz tanıyamazsınız.

-Karakter boşluklu 8081vuruşla yazıyı bitirirken; Çocuklar carpe diem/gününüzü yaşayın ama bugünlerin yarınları da olduğunu düşünerek yaşam adımlarınızı sağlam atın lütfen. 

Kalın Sağlıcakla..