Haziran ayında, ailemle beraber Bodrum yolculuğu sırasında Afyonun Dinar ilçesinden geçerken, karışımıza yolun sağında lavanta bahçesi...

Haziran ayında, ailemle beraber Bodrum yolculuğu sırasında Afyonun Dinar ilçesinden geçerken, karışımıza yolun sağında lavanta bahçesi çıkınca, iç sesimizi dinleyip bu manzarayı kaçırmamak için aracımızdan inip nefis lavanta kokular arasında DİNARELLİ lavanta bahçesinin misafirleri olduk.

Lavantanın yaşam hikayesi benim gözümde bakın şöyle devam etti.

Baharla birlikte serpilip sahibim uyanmadan doğan güneşe merhaba demeyi çok seviyorum. Yüzümü geceden kalan çiğ damlalarıyla yıkıyorum, ilk konuğum eşek arısı oluyor, iğnesi ile beni deşeleyip uçup gidiyor. Bir süre sonra sahibim uyanıyor, yanıma gelip saçma sapan konuşmalarla beni okşuyor tabi bu güzellikler, sevinçlerim kısa sürüyor…

Ben bir lavantayım.

Bedenimden zaman nasıl da akıp gidiyor, su gibi. Sularım da yavaş yavaş çekildi, yapraklarım uçlarından kurumaya başladı. Henüz kurumayan boyun tarafımdaki dallarım gövdemden koptu, canlı kalan tomurcuk kısmım yere düştü.

Canlı kalan tomurcuğum yerde yatarken bir el uzandı beni yerden kaptı, elindeki jelatinin içine ıslak bir peçete ile sarmaladı itinayla çantasına yerleştirdi. Kafamda deli sorular… Yaşayacak mıydım, yoksa kurutulup kese içinde bir dolaba veya çekmeceye mi yerleştirilecektim. Kokum bir süre kalsa da bu benim sonu demekti. Ya da toprakla buluşup yaşamaya mı devam edecektim? Yeni sahibim nasıl biri olacaktı acaba? Bana nasıl davranacaktı? Gerçi özenle yerden kaldırıp alması bana iyi davranacağının göstergesi sayılabilir ama huyu suyu nasıl bilemiyorum.

Uzun bir yolculuktu. Yeni yerime geldik herhalde. Çok büyük bir bahçe olmalı diye düşünüyorum, belki de değil.Her şey belirsiz. Hissettiğim kadarıyla, yeni sahibimle büyük bir kapıdan içeri girdik beş kat çıktık, çantanın içinde olduğum için bir şey görmüyorum. Önceki deneyimlerime dayanarak bu olanlara sadece hissediyorum. Her şey varsayım. Yeni sahibim beni büyük bir titizlikle çantasından çıkarttı ve jelatinin açık kalan kısmından gördüğüm kadarıyla,büyük bir tezgâhın üzerine koydu. Bulunduğumuz mekân küçük bir salon, küçük bir televizyon, büro tipi bir buzdolabı, tezgahın üstünde üçlü ocaktan ibaret.

Salonun köşesinde görebildiğim org, bağlama, mızıka ilk göze çarpan müzik aletleriydi. Sahibim sanatçı biri sanırım.

Yeni sahibimi bir süre etrafta göremedim sonra elinde bir saksı ile bana yaklaştı, tezgâhın üzerine gazete serdi, beni özenle yerimden aldı gazetenin fallarınız bölümünde başak burcunun üstüne bıraktı. Benim de toprağa düştüğüm aydır başak burcu! Bir poşetten saksıya toprak döktü, sonra beni yerimden nazikçe alıp toprağın içine anne şefkati ile yerleştirdi, parçalara ayrılsam da sorun değil; ben bir bütünüm… Hele topraktaysam.

Ama daha sonra her yer karardı. Sanatçı biri bana bunu nasıl yapar? Acımasız, sadist… Olamaz, toprağı yorgan gibi üstüme örttü. Her yer karadı hiçbir şey göremez oldum, bir ağırlık çöktü üstüme, ne olduğunu anlayamadan hafiften ıslanmaya başladım. Karanlık, ağır bir örtünün altına iyice gömüldüm.

Issız, yalnız gecelere döndüm, ama yeni sahibim haklıydı böyle davranmakta yaşamak için toprağa, suya, havaya, güneşe ihtiyacım var. Bana böyle hırçın davrandığı için kızmıştım sözümü geri alıyorum her şeyi benim yeniden yaşamam için yapıyor belli ki. Öldürmek istese şu an bir kesede olurdum.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, iyi uyumuşum.

Bir süre sonra vücudumda kıpırtılar hissetmeye başladım, kollarımla toprağı eşelemeye başladım, kürek mahkumlarının sabrı ile toprağı eşeleyip yutuyordum. Karnım doyunca rehavet çöküyor, yorulup hafiften kestiriyordum. Karnım iyice şişmiş, sumo güreşçilerine dönmüştüm.

Herhalde güneşe merhaba demeye az kalmıştı öyle hissediyordum. İştahım kesilmeye başlamıştı yavaş yavaş, biraz daha toprak yersem kusacaktım, artık dayanamıyordum, son bir avuç daha toprağı yuttum karnım doldu ve küt diye patladı. Şöyle bir gerindim, kollarımı açtım. Yeniden güneşe, ışığa kavuştum. Çok mutluydum çok. Yaşasın yeniden yeşerdim.

Kollarımla, mis kokularımla sahibime ve doğan güneşe her sabah günaydın demek büyük bir keyif olacak benim için.

Herkesten önce güne merhaba diyecektim.

Çevreme bakındım tekrar. İlk geldiğim günkü gibi. Sağımda, tavana kadar uzanan sarmaşık bana tepeden bakıyordu,

-Heeyy! Seni günlerdir tavandan izliyorum, bugün yarın derken tüm kıpırdanışlarını izledim sana yardım etmek isterdim ama sen mücadele ettin ve yeryüzüne merhaba dedin kutluyorum seni hoş geldin aramıza.

Solumda Arap saçı, halbuki yemyeşil, niye Arap saçı demişlerse? Belki de onu ilk keşfeden bir Arap’tı! Merhabasını o da benden esirgemedi. Yanında begonya, fasulye… Hem de taze fasulye!

Sahibim daha sonra bana anlattı o saksı da kaktüs varmış fazla yaşamamış boş kalmasın diye kuru fasulye ekmiş, taze fasulye yeşermiş, uzanmış tavana doğru çıkmıştı.

Yeni ev sahibim çok matrak biri onu çok seveceğim anlaşılan. Evde benim yerim, müzik setinin amfisinin üzeri.

Benim hayata tekrar merhaba dememim sebebi, toprağın altında yeşermeye çabalarken müzik dinlemem olabilir.

Ama anlayamadığım ve içinden çıkamadığım şey hep bahçelerde büyüdüğüm ve yaşadığım için, şimdi ben dahil tüm bitkilerin saksılarda olmasıydı. Saksılar bana çok yabancıydı. Oysa bahçelerde tüm bitkiler, hepimiz gidebildiğimiz yere kadar gidiyorduk. Ama olsun bu duruma da zamanla alışacağım. Sonuçta çevremdeki saksılarda yaşayan diğer bitkiler mutlu görünüyor.

Tomurcuk olarak toprağa girdiğimiz diğer kısmalarım da yavaş yavaş çıkmaya başladı onlara yol gösteren olmaya devam edeceğim.

Yeşillenen yeni tomurcuklarla ve yeni sahibimle “yine yeşillendi lavanta dalları” türküsünü söylüyoruz büyük bir keyifle.

Yeni sahibimi çok seviyorum…