Ana Muhalefet Partisi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankasını ziyaret ederek, Şahap Kavcıoğlu ile görüşmesi beklenmedik ama son derecede yerinde ve önemli bir girişimdir.
Ana Muhalefet Partisi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankasını ziyaret ederek, Şahap Kavcıoğlu ile görüşmesi beklenmedik ama son derecede yerinde ve önemli bir girişimdir.
Bu ziyareti sonrasında Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankasının bağımsızlığına vurgu yapması ise son derecede yerinde olmuştur.
Bakın buradan tekrar söylüyorum; iktidar tarafından bilinçli olarak tahrip edilen merkez bankasının bağımsızlığı yeniden tesis edilmediği müddetçe Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından basılan Türk Lirasına değer ve itibar kazandırmak hiçbir şekilde mümkün değildir.
Birçok yazı ve söyleşimde belirttiğim gibi bu gün itibari ile hiçbir kâğıt paranın altın gümüş veyahut da başka bir kıymetli maden ile bağı ya da ilişkisi yoktur. Kâğıt paralar aynı bir tüccarın senedine benzer, değerini o parayı basan otoritenin itibarından ve dolaşımdaki miktarlarından alırlar.
Kâğıt paraların dolaşımdaki miktarı artınca değeri ve satın alma gücü azalır. Merkez Bankaları kâğıt paraların dolaşımdaki miktarını ayarlayarak değerini mümkün olduğunca sabit tutmaya çalışır. Faiz ve emisyon miktarı bu yüzden iki önemli para politikası aracıdır. Merkez Bankaları faiz oranları ile oynayarak paraya talep yaratmaya ve değerini arttırmaya çalışır. Elbette daha tali başka politika araları da vardır ama onlar bunlar kadar etkili değildirler.
İktidarlar bütçe giderlerini karşılamak üzere vergi salmak gibi tepki toplayacak işlerden ziyade para basmak ve borç almak gibi kolay yollara sapmaya meyillidirler. Merkez Bankalarının bağımsızlığı işte tam da bu noktada çok ama çok önemlidir. Bağımsız merkez bankaları iktidarların popülizmine ve para basma kolaycılığına kaçmalarına direnebilir. Oysa emir komuta ile hareket eden merkez bankaları iktidarların bu tür taleplerine direnemez ve neticede banknot matbaalarını harıl harıl çalıştırırlar. Neticede para değer kaybeder, enflasyon artar ve halkın alım gücü düşer. Enflasyon iktidarları yükümlülüklerinden kurtaran bir nevi sinsi vergi olarak işini görür.
İtibar meselesine gelince bu çok daha karmaşık bir meseledir. Bu noktada merkez bankalarının itibarı elbette çok önemlidir, lakin çok daha önemlisi ülkelerin ve iktidarların itibarıdır.
Bir ülkenin itibarı elbette öyle lüks uçaklar, devasa saraylar ya da yüzlerce aralık konvoylar ile sağlanamaz. Nasıl bir tüccarın itibarı mal varlığına, üretim gücüne ve tüccarın basiretli olup olmamasına bağlıysa, ülkelerin itibarı da varlıklarına, üretim güçlerine ve o ülkeyi yönetenlerin basiretine bağlıdır.
Hayali işler peşinde koşan, radikal ideolojilere sahip, yolsuzluk ve rüşvet çarkında debelenen iktidarların itibarı olması asla mümkün değildir.
Bir ülke ürettiğinden fazlasını tüketiyor, bunun içinde durmadan borç peşinde koşuyorsa o ülkenin de itibarı olmaz.
Bir ülkenin borçları önemlidir, lakin en önemlisi kendi basma hakkına sahip olmadığı döviz ya da altın cinsi borçlarıdır. Bu noktada Türkiye gibi ülkelerin finansal borçları yanı sıra sözleşmeye dayalı borçları da hesaba dâhil edilmelidir. Örneğin “yap işlet devret” projeleri çerçevesinde enerji, ulaştırma, sağlık sektörlerinde gerçekleştirilen yatırımlardan doğan sözleşmeye bağlı hazine garantili döviz borçları da borç harç hesabı içerisinde değerlendirilmelidir.
İtibar meselesi konuşuluyorsa Türkiye’nin yukarıda saydığım maddelere göre hangi kategoride değerlendirilmesi gerektiğini artık okurlarımın takdirine bırakıyorum.
Ekonomist olmaya, para teorisini, finans piyasalarını iyi bilmeye falan gerek yok bütün bu koşullar bir arada düşünüldüğü zaman Türk Lirasının değerlenip değerlenmeyeceğini ya da kurların yükselip yükselmeyeceğini herkes öngörebilir.
Ana Muhalefet lideri ve ilk seçimin favori iktidar adayı Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankasını ziyareti ve bağımsızlığına vurgu yapması işte bu yüzden çok önemlidir. Gelecekte uygulanacak politikalara yönelik önemli bir işaret fişeğidir.