Anlaşılan o ki Türkiye, 2026 yılına da emeklilerin kaderine terk edildiği bir ekonomik tabloyla giriyor. Bu cümle size tanıdık geliyorsa şaşırmayın; çünkü yıllardır aynı acı hakikati yazıp duruyoruz. Ve maalesef bugün yeniden, aynı serzenişi dile getirmek zorundayız.
Ömrünün en verimli dönemlerini bu ülkenin kalkınmasına adayan, hiçbir koşulda yarını düşünmeden çalışan milyonlarca emekli, dün olduğu gibi bugün de, yarın da yokluğun gölgesinde yaşamaya mahkûm ediliyor. Oysa istekleri büyük değil; yalnızca “insanca ve onurlu” bir yaşam sürmek istiyorlar. Bayramlarda torunlarının cebine harçlık koyabilmeyi, pazardan artıkları değil, taze gıdayı alabilmeyi, bir ömrün sonunda, bir toplumun kendilerine minnet duyduğunu hissedebilmeyi istiyorlar.
Gerçekten çok mu şey istiyorlar?
Aynı gün içinde bir kararnameyle üst düzey bürokratlara 30 bin liralık zam yapılabiliyorsa, emekliye gelindiğinde “kaynak yok” demek hangi vicdana sığar? Hangi adalet duygusuyla bağdaşır?
SGK ve DİSK-AR’ın verileri, emeklilerin içinde bulunduğu tabloyu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor:
– 17 bin TL ve altında maaş alan 6 milyondan fazla kişi var. Yani tüm emeklilerin yüzde 38’i yoksulluğu ta dibine kadar hissediyor.
– 17–18 bin TL arasında maaş alanların oranı yüzde 32, yani 5 milyon 120 bin kişi.
– 18–20 bin TL arası maaş alanlar yüzde 18, yaklaşık 2 milyon 880 bin kişi.
– 20–25 bin TL arasında maaş alanlar yüzde 8, yani 1 milyon 280 bin kişi.
– 25 bin TL ve üzeri maaş alan emekli sayısı ise sadece 640 bin kişi.
Bu rakamlar, açıklanan açlık ve yoksulluk sınırlarının bile gerisinde. Acı tablo ortada ama görmek isteyen yok.
Elbette emekliler arasında koşulları biraz daha iyi olanlar da var. Hayatının erken dönemlerinde bir ev edinebilmiş, kırsal bölgelerde yaşayan, kira derdinden uzak bir kesim için 17 bin liralık maaş “idare eder” seviyesinde olabilir. Ancak büyük şehirlerde, kira ödemese bile elektrikten ısınmaya, sağlıktan gıdaya kadar her kalemin maliyeti altından kalkılamaz bir yük haline gelmiş durumda. Koca kışını yorganın altında, televizyon ışığıyla geçiren yaşlıların dramını bu nedenle görmezden gelemeyiz.
Asıl acı olan ise emeklilerin yaşadığı ekonomik sıkıntıdan çok, kendilerine reva görülen muamele. Emekliler “acınmak” istemiyor; “hak ettiklerini” istiyor. Yıllar önce yapılan sözde reformlarla ellerinden alınan haklarının iade edilmesini bekliyorlar. Maaş bağlama oranlarının düzeltilmesini, ülkenin büyümesinden adil pay almayı, intibak düzenlemelerinin yapılmasını talep ediyorlar. Ve elbette, bayramdan bayrama verilen üç kuruşluk “bahşişlerle” kandırılmak istemiyorlar.
Bugün ülkenin manzarası açık:
Emeklisi, işçisi, memuru, öğrencisi, dar gelirli yurttaşı derin bir sıkıntının içinde. Okula aç giden çocuklar, iş bulsa bile geçinemeyen gençler, tenceresini kaynatamayan anneler, evine ekmek götürmekte zorlanan babalar…
Bir tek kesim mutlu: Her koşulda kazanan, ekonomideki çalkantılardan bile nemalanmayı başaran o dar gelirli değil, dar çıkar sahibi zümre. Bir eli yağda bir eli balda yaşıyorlar; ülkenin büyük çoğunluğunun gerçeklerinden bihaberler.
Özetle;
Bu ülkeyi yönetenlerin artık süslü cümlelerle, “uçuyoruz–kaçıyoruz” masallarıyla zamanı oyalamayı bırakması gerekiyor. Gelir adaletsizliği her geçen gün derinleşiyor; toplumun sabrı ve gücü ise tükeniyor. Gerçeklerle yüzleşmenin, çözümler üretmenin ve özellikle emeklilerin insanca yaşam hakkını teslim etmenin zamanı çoktan geldi. Hep hatırlatıyoruz, bir kez daha hatırlatalım, kurt kışı bir şekilde atlatır ama yediği ayazı asla unutmaz.
Artık duvara dayandık. Ve artık gidecek bir yerimiz kalmadı.
Emeklinin Görmezden Gelinen Çığlığı Anlaşılan o ki Türkiye, 2026 yılına da emeklilerin kaderine terk edildiği bir ekono
Oktay Taş
Yorumlar